18 Ağustos 2012 Cumartesi

FORMAT ATIP GELİYORUM...

yarın bayram ve ben bu gece gidiyorum. bir bayram hazırlığı yapmadan ramazanın üstüne iyice dinlenmek için mersinin o güzel sıcak kumlarına ve denizine gidiyorum. sanırım yarın bu zamanlarda deniz kenarında püfür püfür esen esintiye kendimi bırakmış kolamı yudumluyor olacağım. bol bol yüzeceğim. gözlüğümü takıp dalacağım. balıkları seyredeceğim. güneşleneceğim. kimsecikleri düşünmeyeceğim. sevgilim (yani eşim:) ve iki kızımla bol bol eyleneceğim. 

işte tam bu sahillerde olacağım- geçen yıldan küçük kızım
yorucu bir yıldı. eşim belinden ameliyat oldu. okul yorucuydu. ramazanda üstüne geldi sarsıldık elbette. sanırım sabah 7 gibi çıkarız. bu sene eşim uzun süreli araba kullanamıyacağı için ona yardımcı olacağım arada bi bende kullanacağım. saat 12 giib orda oluruz inşallah. sonra dinlenip saat 3- 4 gibi kremlerimizi sürüp doğru denize gideriz. ayağımı yakan kumdan hızlı adımlarla denize bırakırım kendimi. son 4-5 yıldır hep aynı şeyi yaparım denize açılırım insanların sesinin kesildiği sıfır sessizlikte yatarım denize sırt üstü tüm yılın değerlendirmesini yaparım. sonra herşeye rağmen geçmiş olmasının ve sevdiklerimle olmanın ferahlığıyla allaha şükrederim. 

anlaşılacağı gibi buralarda değilim. yahut fırsat yaratabilirsem bir iki fotoğrafla katılırım. 

hepiniz kendinize iyi bakın. kendime bi format atıp hemen geliyorum:)))

17 Ağustos 2012 Cuma

V A Z G E Ç T İ M ! ! !


Bu gün bir kelime keşfettim. Hani keşfettim derken uydurmasyon yeni bişi değil. Hep kullandığımız ama manasını böylesine derinden anlamadığım bir kelime. “vazgeçtim”
Ne kadar etkili değilmi? Durun ve bir düşünün. Çoğu kelimeden daha ağır basıyor sanki. Hani “ seni sevmiyorum senden nefret ediyorum. İstemiyorum. Hayır…” lardan falan daha etkili.
Vazgeçtim
Türk dil kurumndaki anlamına göre:
1. -den Kendi hakkı saydığı bir şeyi artık istemez olmak
2. Eskiden beri yapmakta olduğu bir şeyi artık yapmaz olmak
3. Niyetten veya karardan dönmek, caymak
Özellikle ilk sıradaki bence en etkili olanı. Hakkından caymak.
Yani evvelden istiyordum Ama artık istemiyorum. Yani geçerliliğini kaybetmiş bir durum. Yaptığım emek verdiğim şeyi yapmaktan vazgeçiyorum. Özellikle ayrılıklarda daha derin anlam taşıyor sanki. “Seni sevmiyorum”dan daha ağır daha derin. Size birisi “seni sevmiyorum” demiyor “senden vazgeçtim” diyor. Duymasıda söylemeside acı bir bir durum.
Bu kelimeyi kullandığınız durumları sonrada bu kelimeyi size kullananları hatırlayın.
Vazgeçtiklerimizin zorunluluk değil tercih olması dileğimle esen kalın.


18 yıl sonra bulunan evlat!!!


Bu gün yaşadığım ve aslında çok basit gibi başlayan konu benim başımı ağrıtmaya birazda sinirlerimi zıplatmaya yetti. Bunu sizinle paylaşmak altında yatan mantığı çözmeye çalışacağım.
Küçük kızım 7 yaşında. Tüm yazı apartmanın bahçesinde yaşıtlarıyla oynayarak geriyor. Bundan oldukça memnun kalıyorum. Çünkü olumlu büyüyebilmesi için sosyalleşmesi gerektiğini bunu da en iyi sokak oyunlarıyla kazanacağını düşünüyorum. Eşimle evden kızımı alıp markete gitmek için çıktık. Merdivenlerde kızımın arkadaşı esmanın 9 yaşlarındaki abisi bizi durdurarak deniz isimli bir çocuğun bunları üzdüğünü çok sinirlendiğinden falan bahsetti. Canım sıkıldı. Ne yapıyor ki bu kızlara acaba dedim. Neyse aşağı indim. Kızımın arkadaşlarından birini gördüm. Yanlarında 3-4 tane erkek çocuğu vardı. Onlardan biri olabilir diye. Kıza 
“deniz kim gösterir misin” dedim. 
"Teyze Deniz burada değil arkada" dedi. 
Bende vazgeçtim "neyse" dedim "kızım nerde" 
"oda arkada diğer kızlarla oynuyorlar." 
"İyi o zaman gidip alayım" dedim. Arkaya ilerledik. Sorduğum kız çocuğu koşarak deniz deden çocuğu çağırdı. Çocuğun arkasından annesi geliyordu. Kızım yanıma geldiğinde;
"kızım deniz sana bir şey yapıyor mu" diye sordum. 
"Yoo, hayır yapmıyor." 
"Kimseyi üzüyor mu" dedim. 
"Üzmüyor" dedi. İçim rahatladı.
Çocuk yanıma geldiğinde de söyleyeceğim ‘ oğlum; güzel güzel oynayın birbirinizi kırmayın kibar olun’ diyecektim. Ki annesi yanımdaki kıza (bu arda annesi oldukça düzgün giyimli kibar konuşan aklı başında birine benziyor-duL)"bu çocuğu niçin sıkıştırıyorsunuz. Bunun başına bir şey gelsin ben size sorarım" diye bağırmaya başladı. Kız çocuğu kendini savunmaya çalışsa da kadın oldukça sinirli sesini yükseltiyordu. 
"Hadi neyse" dedim. Ama işte asıl cümleyi sarf etti. 
“ben bu çocuğu 18 sene tedaviden sonra buldum. Öyle başkaları gibi her sene doğurmuyorum. Kıymetli benim çocuğum başına bir şey gelirse…” 
"Aman Allah'ım..." demekten kendimi alamadım. (tabi içimden...)
“ yok, öyle demeyelim. Bütün çocuklarımız kıymetli olur mu öyle şey. Hem onlar çocuk biz yetişkiniz bize düşen 'birbirinizi üzmeden oynayın' diye tembih etmek" mantığında cümleler kurdum. 
Kafam takıldı ya. Benim iki çocuğum var bu onları on çocuklu bir aileninkinden kıymetlimi yapar. Tek çocuğunun olması, tedaviyle 18 sene sonra bulması neyi değiştirir. Benim kızım kolay mı büyüyor. Kime neye göre hem. Öyle değil mi. Kılığına kıyafetine baktığında görgülü, ne çok görgüsüz insanla yaşıyoruz. Çocuk kıymetlidir. Kimsenin kimseden üstün yanı yoktur. Hepsi bizim evladımız bir yeri incindiğinde hepsinin canı aynı acır.
Büyümek nedir ki? yetişkin kelimesinin içi ne dolu?. Aklıma dersten düşük not aldığında “ ama bu tek çocuk ben onu hiç üzmedim istemiyorum” diyen veli geldi. 
Allah’ım sen onlara akıl bizlere sabır ver.



14 Ağustos 2012 Salı

BİR İNSAN ÖMRÜNE KAÇ DOST SIĞAR


Bir insan ömrüne kaç dost kaç arkadaş sığar? Kimi çocukluk kimi gençlik kimi işte bu yaşlarıma denk gelen yetişkinlik diyelim( bunu da ben uydurdum sanırım) arkadaşlıkları. Gençken en çok kullandığımız sıfat dostluktu. Hemencecik söyleyiverirdik. Çocukken kan kardeşlikleri vardı ki bunu cerrahi bir müdehaleyle yapanlar vardı onlardan hiç bahsetmiyeyim ben çok korkardım. Yaş büyüdükçe daha temkinli olmaya başlıyoruz dost kelimesini kullanmak için.  Şimdi bu aralar favorim arkadaşJ Onca insan onca arkadaş… insan yüreği bir durak gibi kimi geliyor bir süre konaklıyor sonra çekip gidiyor. Kolay olmuyor elbette gelmeside gitmeside. Güvenmek zaman aldığı gibi incindiğinde iyileşmende zaman alıyor. Söz konusu böyle bir bağ olunca insan pek mantıklıda olamıyor.
Kocaman insan oldum. Kocaman derken yaş itibarıyla yani. Gerçekten özlediğim arkadaşlarım var elbette. Hatta araya zaman girmiş bile olsa yüreğimin bir tarafını ona ayırıp öylece beklettiklerim var. Hani derseniz ne oldu şimdi. Bitti mi?
Evet çoğuyla bitti. Her biriyle ortalama 5 yıl sürmüş olsa 7-8 kişi ediyor. Ee dost değinde eş gibi öyle çok sık değiştirilmiyor. Ama bitiyor. Başlarda bu beni çok üzüyordu. Ne oluyordu da ben çok sevdiğim insanlarla artık bir şey paylaşamıyor tıpkı ayrı dünyaların insanı moduna geçiveriyorduk. Hatta bir ikisinde şiddetli geçimsizlikle kavga dövüş ayrılıyorduk!
Büyüyoruz sanırım. Yani beni ilişkilerimi eni konu düşündüğümde kendimi ilişkinin ortasına koyup baktığımda arkadaşımla tanıştığım ve ayrıldığım zamanki “BEN”  e baktığıda arkadaşlığı başlatanla ayrılan aynı kişi değil. Değişmişim. Beklentim dünya görüşüm değişmiş. Evvelden tad aldığım konular beni kesmez olmuş. Ben büyümüşüm değişmişim ve oda boş durmamış oda değişmiş ve bakıyorsun ki bir gün o eski enerjisi kalmamış ilişkinin. Hatta bir süre geçmişin hatrına sürerken birliktelik. An gelmiş ben ilişkinin bitmesi ama doğal yollardan bitmesi için allaha dua ederken bulmuşum kendimi. Arkadaşlık yük olmuş sırtına. Sen almış başını gitmişsinde o bir yerlerde kalıvermiş yanında değil. Herşeyde olduğu gibi dostuluğunda zamanı varmış tıpkı masa gibi… nasıl eskiyor nasıl zamanı geçiyor oda eskiyor. Şimdi bunları yazdığım için kızacaksınız belki bana. Ama ben yıllarca kendime bu soruyu o kadar çok sordum ki. Sevmek ayrı bir şey birşeyler paylaşmak ayrı bir şey. Her gün yeni bir şey farkediyorsun ve bu farkındalık senin bile tahmin etmediğin dünyalara götürüyor seni. Değişime kim karşı koyabilir ki. Ben değişmem ben neysem oyum demek kadar ahmakça bir söz yoktur bence. Bir insan kütüklüğünü böyle bir cümleyle nasıl onaylar:) değişirim gelişirim büyürüm ayrılırım tekrar birleşirim renklenirim.. sürekli biteviye yenilenirim. Benim bu değişimimin aynısını bir başkasından beklemem yanlış. Herkes nasıl benimle aynı düşünüp , büyür bu mümkün mü.
Ve lütfen de kızmayın bana. Bu size nankörce gelmesin. İşin tek iyi tarafı şu olabilir. Geleni gideni hürmetle anın. Ve bazen benim deyimimle “ gelen ağamdır giden paşam”dır deyin saklı bırakın...
Esen kalın…

     a.       okul

11 Ağustos 2012 Cumartesi

mütemadiyen ölüp tekrar yaratılıyoruz

yıllar geçerken bizede az çok zarar veriyor elbette.yılları hep kendi doğum tarihimizle kıyaslar yaşarız. aynaya bakarız. evet eski yüz yoktur. gezerken dolaşırken vitrinde beğendiğin elbiseye bakarken şimdi 40 yaşımı değilde sanki 25 yaşındaki halemi giydiririm hep. sonra içeri girer kıyafeti denerim aynaya bakarım. 40 yaşında bir kadın giymiş. evet enteresan her seferinde yabancı gelir bana. çünkü beynimdekiyle gördüğüm biririnden farklı insanlar. 
sizede olur mu bu. peki ya bunu başkaları için hiç düşündünüzmü. yiğenim kübranın doğumu dün gibi aklımda. sanırım bundan 23 yıl önceydi. heyecan içerisinde bekleşiyorduk. bir kız yiğenim olduğuna o kadar çok sevinmiştimki. ondan önce bir erkek yiğenimde olmuştu ama kızlar benim o yaşım için daha sevimliydi. tüm günümü onunla geçiriyordum nerdeyse. kocaman yeşil gözleri minicik ağzıyla çok sevimli bir çocuktu. yıllar geçiyor ve o kocaman bir genç kız oluyor. ben ona bakarken hala o kocaman gözlü minik kızı görüyorum. onu özlüyorum. aynı duyguyu büyük kızama bakarkende yaşıyorum. 4-5 yaşlarında uzun siyah kıvırcık saçları vardı. kızım yanıbaşımda ama o kocaman siyah gözlü kızım yok. sanki büyürken gelişirken birileri zamanın bir köşesinde ölüyor. nerde bırakıyoruz farketmeden. elim ölüyor yüzüm ölüyor ve mütemadiyen her gün yenisini yerine koyarak yokluğunu unuttururmaya çalışıyor. ama ben çok özlüyorum. her banyo sonrası bornozunu giydirip havluyla saçlarını kurulayıp yüzünü yüzüme yaklaştırıp havluyu açarken kızımın bana bakan o gözlerini özlüyorum. o zamanlar küçücüktü aşağıdan yukarı kaldırırdı başını bana bakmak için şimdi 12 yaşında ve benden uzun. hala aynı heyecanla havluyu sarıp başına, sıyırıyorum yavaşça... evet benim kızım.. ama o minik kız değil... yapabileceğimiz en iyi şey zamanın anın tadını çıkarmak. özlemek mayamızda var sanki. tıpkı ölüm gibi. hergün ölüyor her gün yaratılıyoruz. değişiyoruz yenisine hemen alışıyoruz.

10 Ağustos 2012 Cuma

NARSİS- NERGİS- NARSİSİT - "şüphesiz kibir en sevdiğim günahtır" -iblis



Narsis, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kahin, ebeveynine Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Doğal olarak, bu sırada, birikintide yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek, güneş gibi, sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan bir çiçektir. Ölümünden sonra Styx nehrinin sularına katılır. Bu çiçek çok güzel kokusuyla tanıdığımız nergis’tir.
İşte yunan mitolojisinde bahsi geçen narsis kendisine olan bu aşkıyla narsizme öncü olmuştur. Böyle – izm falan diyince biraz ürkütücü oluyor birazda anlaşılmaz… aslında çok yakinen tanığıdığımz ve çevremizde oldukça fazla bu – izm’ e talıkmış insan görürsünüz. Hatta son yıllarda çocuklarımızı büyütürkende bu yöntemi kullanıyoruz. Öğretmenlerden beklenende bu – izm’ dir. Yani –izm olması değil çocuklarına – izm’ini koruyucak şekilde davranılmasını istiyorlar. Nedir bu narsizm açıklayalım. Hani sürçilisan etmemek adına kopyala yapıştırla açıklayayım bunu.
“Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları mevcuttur.” (vikipedia)
Şimdi bu sendroma takılmış kişilerin sosyal hayattaki semptomlarına gelelim (bakın göreceksiniz çoook tanıdık gelecek) 
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler.
Evet sanırım nereye geldiğimizi anlamışsınızdır. Allah aşkına bir durun düşünün kaç tane tanıdığınız var böyle. Bu bir salgın. İnsanlar kendilerine tapar olmuş. Ve bazı anne ve babalarda bunu kendi çocuklarınında yapmasının normal olduğunu düşünüyor ve bu beklenti içerisindeler. Çocuğu birine vurduğunda aldırmayan ama kendi çocuğu mağdur olduğunda tepki veren anne: işte size narsisit bir anne.
Peki narsist yetişmiş bir çocuğu nasıl tanırsınız: yıllardır gelenekselleşerek bünyemizde mevcut oyunları başlatıp kendi kurallarıyla değiştiren, saymaca yapmadan ebeyi seçen oyunu sıkılınca bitiren, kurallarını istediği gibi değiştiren, çıkarları için her türlü dalavereyi normal sayan, kendi küçük yalanları büyük, yalanı çıkınca hemen küçük-müş gibi davranan, sorumlulukları hatırlatınca bunalıma girdiğini öne sürererk ailesini kullanan. Canı isteyince okula giden “ iki öksürürüm babam bana kıyamaz okula göndermez” diyiven, bunu normal sayan, herkese karşı tamammülsüz, herşeyin – en- ine sahip olmak isteyen çocuk.
Şişmiş egolarıyla gezen insanlarla yaşamak ne kadar güçleşti. Nasıl zor bir iş. Söylesenize doymak bilmeyen ego nasıl doyar ki. Çoğu hasta ruhlu insan oluvermiş ve normal - miş gibi yaşayabilmek için onları görmezden gelmeli susmalı normalmiş gibi davranmalı..
Artık öyle canımızın istediğini yapar oldukki hiçbir hareketimizin önünü arkasını düşünmez olduk. Sorumluluğumuz sanki sadece egomuza tek ona hizmet ediyoruz. Etik diye bir şey kalmadı. Sen çok iyisin harikasın dedikçe sorun o anda halloluyor ama uzun vadede egosunu şişirdiğiniz insan iyice bu pikolojik hastalığa iyice yakalanıyor.
Peki ama diyip soruyorum kendime insan oğlu akşam evinde yalnız kaldığında ses kesildiğinde başını ellerinin arasına alıp sormuyormu: ben kimimki neyim ki gerçekten yeterliiyim bu kapasite ve bu bilgi yeterlimi kendimi bir şey zannetmeye. Ve zannederken kendini bir şey kim var yanında.. şakşakçılar ne kadar mutlu ediyor seni. Biliyorsun üstüne basa basa söylüyorum biliyorsun… bak kulağının dibine geldim bağrıyorum… sende biliyorsun… yetersizsin ve kocamansın ama hiçsin… daha çok okumalı daha çok araştırmalı daha çok düşünmeli daha çok empati yapmalı daha çok insanları dünyayı sistemi anlamaya çalışmalısın. 


"şüphesiz kibir en sevdiğim günahtır" -iblis

hepinize sevgi hoşgörü ve empati dolu yaşam diliyorum

a.okul


6 Ağustos 2012 Pazartesi

BEN KİM MİYİM?...


Kelimeleri çarpa çarpa yazıyormuşum
Öyle diyorlar…
 
En ağırından
En kabasından
Argo kullanmadan birazda küfrediyorum
Süslü püslü kelimelerin arasında öfkemi sızıyorum
Güzelliğim derinliğine baktıkça vahşi
Dostluğum ayağıma basınca kalleşçe
En narininden ihanetlerim
Ama söylesenize
Çok mu yabancı bu size
Ben böyleyim ya
Tanıdık gelmedi mi kimliğim
Beyninin kıvrımlarında gezer sinsiliğim
Ben senin bir önceki halin
Ve bir sonraki
Ben senin çocuğun
Ben senin eserin
Ben sen
Biz
Hepimiz
Yam yam
Hain…

a.okul

5 Ağustos 2012 Pazar

GARİP Bİ HASTALIĞIM VAR:)

insan kendisi garip olunca hastalıklarıda garip oluyor sanırım. yaklaşık 15 yıl önce farkettim bunu. gece yatağa girdiğimda bacaklarımda bir his.. ama bu anlatılmazki... yani doktora gidip ne anlatacağım. "gece yatıyorum bacaklarım bi garip" - nasıl yani..." uğuşuk değil karıncalanma hiç değil ağrıda değil ateşlenmede değil kramp değil"...-yani?..."bacaklarım huzursuz" komik değilmi. bu diyalog doktoru tatmin edermi. anlatamıyacağımı bildiğim için hiç gitmedim doktora ama bu sıkıntı beni saatlerce uyutmadığınıda bilirim. hatta bazen yatakta bağdaş kurup yattığımı bilirim. yani bi garip bişi. yıllar sonra internette tamamen tesadüfen hastalığımı buldum. adı hbs. evet böyle söyleyince pek havalı oluyor. açılımı şöyle. huzursuz bacak sendromu... komik dimi. hastalığıma bak. pek entel görünüyor. öyle fıtık gibi amele hastalığı değil. .)))) burhan aklıma geldi. "benim panik atağım var. sosyete hastalığı" diyordu ya tıpkı onun gibi. bu belirtileri hissedenler varsa nette çok şey bulabilirler. hem yol göstericide olalım dimi. evet bak şimdi yeni konular geldi aklıma. arada bi sağılıkla ilgili paylaşımlarda yapabilirim. aşağıda küçük bir kısmını paylaştığım yazının tamamını 

http://www.doktorsitesi.com/yazi/huzursuz-bacak-sendromu/601 

adresindende okuyabilirsiniz. hepinize, hepimize geçmiş olsun...

Huzursuz bacak (Restless Leg) sendromu nedir?
Huzursuz bacak sendromu otururken ve yatınca bacaklarda olağandışı bir rahatsızlık hissi ile kendini gösteren genellikle hastalar tarafından tam olarak ifade edilemeyen ancak uyluk, bacak ve ayaklarda, hatta bazı hastalarda kollarda ürperme, kaşınma, ağrıma, ezilme, yanma, karıncalanma olarak ifade edilebilen bazı hastalar ise kas krampı veya uyuşma ile karıştırabilen bir hastalıktır. Bacaklardaki huzursuzluk hissi dinlenme zamanlarında ortaya çıkar. Hem kadınları hem de erkekleri etkiler, herhangi bir yaşta başlayabilir ve yaşla birlikte şiddeti artar. Huzursuz bacak sendromu uyku kalitesini bozar, gündüz uykululuk haline yol açabilir. Hastalık hareketsiz kalma ile ortaya çıkar: bir süre uzanıldığında veya oturulduğunda ortaya çıkar. Hareket etme ile yakınmalar azalır: bazı hastalar önleyemedikleri bir hareket etme isteğinden bahsederler. Bacaklarını gerek yatakta hareket ettirmek gerekse birkaç adım yürümekle yakınmalar azalır. Yakınmalar akşamları artar: gündüz saatlerine göre akşamları aynı koşullarda yakınmalar daha yoğun izlenir. Uykuda bacak hareketleri sıktır: hastaların önemli bir kısmında uykuda bacak hareketleri sendromu olarak adlandırılan ayrı bir hastalık ile birlikteliği sıktır. Yaklaşık hastaların %80inde bu iki hastalık birlikte gözlenir. Huzursun bacak sendromlu hastaların büyük kısmı yatmakta veya yatakta uyanık kalmakta güçlük çekmektedirler. Gündüz yapılan şekerlemelerde de hastalar sıkıntı yaşayabilmektedirler. Hastalardaki belirtiler bacaklarda önemsiz hafif yakınmalardan, depresyonu yol açan, yaşamdan zevk alamama noktasına kadar giden geniş bir yelpazede kendini gösterebilir. Hastalığın şiddeti zaman içinde değişiklikler gösterebildiği gibi bazı zamanlar kaybolup sonra yine ortaya da çıkabilir. Huzursuz bacak sendromu her yaşta hatta çocuklukta bile ortaya çıkabilir. Çocuklarda büyümeye bağlı ağrılar olarak algılanabilir. Hangi yaşta ortaya çıkarsa çıksın zaman içinde ağırlığı genellikle artış gösterir.
Huzursuz bacak sendromuna neden olan etmenler nelerdir?
Hastaların çoğunda huzursuz bacak sendromune neden olan faktörün ne olduğu tespit edilememektedir. Araştırmacılar beyinde dopamin seviyesinde dengesizlik olmasını sorumlu tutmaktadırlar. Ailesel geçiş önemlidir. Yani anne babasında huzursuz bacak sendromu olanlarda bu hastalığın ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Özellikle genç yaşta huzursuz bacak sendromuna yakalanan hastaların bu hastalığı çocuklarına aktarma ihtimali daha yüksektir. Gen haritalarının çıkarıldığı günümüzde huzursuz bacak sendromunun da geni bulunmuştur. Stres ile hastaların yakınmaları daha da şiddetlenmektedir. Gebelik veya hormonal değişiklikler de geçici olarak yakınmaları artırabilir. Bazı kadınlar huzursuz bacak sendromu ile ilk olarak hamilelikte özellikle de hamileliğin son 3 ayında tanışırlar. İlk olarak hamilelikte bu yakınma ile karşılaşan hastalarda doğum yaptıktan 1 ay sonra yakınmalar geriler ve kaybolur. Huzursuz bacak genellikle altta yatan önemli bir hastalık ile birlikte değil iken bazen de periferik nöropati, demir eksikliği veya böbrek yetmezliği ile birlikte görülebilir.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

YAŞAMIN GERÇEĞİ....


Ramazan;  12 ayın sultanı. İnsanın bedenen ve ruhen dinlendiği bir dönem. İşin aslı tatile denk gelince zor olacağından korktuğum olmuştu ama işe gitmemek ve zaman sıkışması yaşamadan geçirmek oldukça güzel. Son iki yıldır ramazan aylarında annem ablamlar ve yiğenlerimle bir araya gelip Allah rızası için kuran okumamıza yardımcı olan komşularım Yasemin abla ve Tubuşumuz (yan komşum dünya tatlısı kardeşim tuğba) sayesinde oldukça güzel geçiyor. Yıllarca öğrenmekten korktuyğum Kur'an-ı şimdi çat pat da olsa okuyorum. Ardından Türkçe meali ve dini içerikli kitaplar okuyoruz. Oldukça keyif alıyorum. Bu bana bir zorlama gelmiyor. Bilakis hani çalışmıyor olsam tüm günümü böyle geçirmekten zevk bile alırım.
Neler oluyor da insan yaşı ilerledikçe dine kendini daha yakın hissediyor. Ölüm korkusu mu? Yahut ortam mı? İşin aslı başka bir seçenek bulamadım. İnsanların yaş ilerleyince dine yöneldiklerinde “hı ölüm korkusu sardıya artık başlar kuran namaz...” gibi anlamsız konuşmalar ve yorumlarından nefret ediyıorum.
Peki, ben, bizzat ben… Yaşım ilerlediği ölüm aklıma geldiği için mi? dinim bana huzur veriyor ve hep onunla oluyorum. Cevabı vereyim.
Kim kimden daha çok şey yaşamıştır bilinmez ama ben tanıdığım insanlar yaşadıklarım ve sürekli sorgulayan zihnime sahip çıkamadım. İnsan yaşamı boyunca hep bir kavram peşinde koşuyor. Didiniyor araştırıyor yoruluyor sorguluyor yorumluyor… Ama hiçbir şey hiçbir iş para eğlence kariyer dost anne baba… Ve dahası bulduğunu sandıkların seni mütemadiyen hayal kırıklığına uğratınca asıl olanın onlar olmadığını anlıyorsun. Bu kavramın adı “gerçek”. Evet, gerçek bir aşk, gerçek bir aile, gerçek bir meslek, gerçek bir hayat istiyoruz. Elle tutulur ve sağlam dayanıklı… Ama hiç bir şey ve hiç kimse sağlam değil. Tüm bu sanal sahne ve sahte oyuncular seni gerçeğe yönlendiriyor. Ben artık masal istemiyorum. Beni acıtsa da üzse de ağır da gelse gerçeği istiyorum. Ben kimim ve niçin buradayım. Çevremdekiler ne ve kim. İyi olmak için niçin ısrar eder insan.
Geçen tesadüfen bir siteye girmişim sonradan fark ettim. Adını vermek istemiyorum ama dünyanın tesadüfen oluştuğundan falan bahsediyordu. Madem benim hikâyem ölünce bitecek ve yıllar sonra beni kimse hatırlamayacak niçin iyi olmak için uğraşıyoruz. Dünyanın bir ucunda tanımadığımız insanlara niçin yardım kampanyaları düzenleniyor. Yahut aleni değil sinsice kötü olsam mesela kime ne. Beni sorgulayacak bir yaratana inanmıyorsa insan niçin içindeki nefse dur desin ki. Ha nedir iyi olmak asilce bir davranıştır. Bu bir toplum kuralıdır. Sosyal yaşamın kuralıdır. Yok, canım ya. Benim gibi yaratılmış sıradan insanların bana aferin demesi için mi iyi olacağım. hadi ordan diyesim geliyor. Kimseyi ciddiye almıyorum bana iyi veya kötü demeleri için. Ben Allah’ın benim içime kurduğu vicdan mahkemesine veriyorum her gün ifademi. İnsanları kim takar. Ha içinde gerçekten objektif olabilmeye başaranlar olabilir ama ben buna nasıl güvenirim ki benim dengim bir insan bana aferin dese ne olur demese ne olur. Bu nasıl bir inanç sistemi. Ve soruyorum. Bahsedilen bu tesadüf düzen sizi tatmin ediyor mu? Beni etmiyor.
Hani bilgisayar oyunları vardır. Kahraman yaşadığı mekâna göre giydirilir. Yetenekleri mekânla doğru orantılıdır. Yani çöldeyse kıyafeti bedevi gibi başı sargılı belinde kılıçlı biridir. Ya uzay formunda bir mekân olsa o zamanda robata benzer figürler olur kahramanı. Aynen öyle işte. Biz bu dünya formuna göre yaratılmış varlıklarız. Bu dünyanın doğrusu bu dünyanın zamanı bu dünyada büyük küçük… Tüm bu kavramlar bu dünya için yaratılmış bir sözlük. 5 tanecik duyu organınıza ne kadar çok güveniyorsunuz demek geliyor içimden. Ben güvenmiyorum. Ve işte bu yüzden beni bu sanal oyunun içinde yaşamaktan keyif almamı sağlayan din. Bahsedilen nedenlerle değil. İçinde bulunduğum mekânın bir ekran koruyucu olduğunu düşündüğüm için: ))
Esen kalın…

A.okul

3 Ağustos 2012 Cuma

BEN KİMSEYLE EŞİT FALAN DEĞİLİM...


kimse kimseye eşit değil. bu sistem bozuk!
Bu gün size yıllardır tartıştığımız konusu açılınca ağzımızı doldura doldura kendimizden emin konuştuğumuz eşitlikten bahsedeceğim. Evet arkadaş ben kimseyle eşit falan olmak istemiyorum. Ben kimseye denk yahut eşit değilim. Öyle olduğu gibi kimseye de birbirine eş ve eşit davranmıyorum.
Söylesenize nasıl olur? Bir sürü öğrencim var hepsine eşit davranmak zorunda mıyım. Komşularıma eşit olmak ailemdekilere akrabalarıma eşit olmak hele hele çocuklarıma eşit davranmak zorunda mıyım. Hem sizin yahut eşitlik yandaşlarının eşitlikten anladığı nedir. Haklar söz konusu olduğunda elbette eşitlik vardır ki tartışılacak bir konu değildir yasal zeminlerde durumlar kanunlarla belirlenmişse zaten neyi tartışacaksın ben kişilere davranışların eşitliğinden bahsediyorum.
Şimdi beni koruyup kollayan bana sevgisini ve ilgisini hiç eksik etmeyen komşuma sırf diğerlerinden farklı tutmayım aman ayıp olur diye diğerlerine denk mi tutacağım. Ne alaka! .. Değilim tabi. Yahut öğrencilerim ki bu çok sık karşıma çıkan bir durum. Çalışmalarının (kendilerine göre) denk olduğunu düşünen öğrencilerim hep aynı notu almalıyız konusunda hayal kurarlar ki çoğu üzücü sonuçlar elde ederler. Benim tespitlerimi çalışmanın sadece somut sonucundan çok var oluş şekli ve sunumu zamanı ve süreyi iyi kullanma arkadaşlarıyla ortak ilişkileri dersin düzenini koruma uyum paylaşım yaratıcılık ve gerçek emeği göz ardı ederek sorucun aynı olmasını beklerler. Yahut derse 5 dk geç kalmış iki öğrenci ya ikisini de derse almamı yahut ikisine de almamamı bekler ki onlara göre bu bir eşit davranıştır. Düşünsenize; siz hep zamanında derse geliyorsunuz bir defalığını 5 dk geç kaldınız şimdi bu affedilmeli mi yoksa sürekli bunu alışkanlık haline getiren koridor başında tlf konuşan veya başka bir şey, aynımı davranmalıyım bunun neresi eşitlik siz kırmızı bir elmasınız diğeri çürük bir elma eşit olmak ister misiniz. Kendisine tanınan tavizleri göz ardı etmiş kıymet bilmemiş birine nasıl diğer kadir kıymet bilenle eşit davranırsın. Bu eşitlik mi bence eşit davranmak eşitsizlik.
Çocuklarından biri resme yetenekli diğeri spora sırf eşit olması için ikisine de spora yahut resim kursuna göndermek gibi saçma bir durum. Her çocuğun ihtiyacı farklıdır her biri başka beslenir anne ve babadan amaç ikisine de ihtiyacı olan besini vermektir kimi destek ister kimi yönlendirilmek. İnsanlar çeşit çeşittir. Hepsi bizim olsa da yaradılıştan farklıdırlar denk davranmak yanlıştır. Maddi giderlerini eşit tutacağım davranışı da yanlıştır bence. Kimi kitap okumaktan hoşlanır kimi ayakkabı almaktan, kitap kurdu birine ayakkabı almanın bir anlamı yok sırf eşit olacak diye.
Ya arkadaşlarım içinde dahası herkes ve her şey için geçerli bu. Kimse bana da eşit olmasın. Birinin arkadaşıysam beni diğer arkadaşlarına denk tutmasın ya bir aşağı ya bir yukarı olayım.
Bilmeli ki herkes benim gözümde kimse kimseye eşit değil. Ve diliyorum ki bana da eşit davranmayın bu benim kayıbım bile olsa ki sırf bana kıyas iyi birinin payını çalmak istemem. Ve inanıyorum ki bu bir masal kimse kimseye eşit falan değillll!!!

a.okul