24 Mayıs 2012 Perşembe

RESSAMLARIN TRAJİK HİKAYELERİ- Salvador Dali


Salvador Dali

Salvador Dali… İnsanların onun resminin karşısına geçip uzun uzun bakıp içinde bir sırrı keşfetmek arzusuyla baktıkları gerçek üstü resimleri… Gerçekten onlara bakıp geçemezsiniz. Sanki önünüzde çok önemli bir gizem varmışta sizin çözmenizi beklermiş gibi bir cüretle durur karşınızda. Herkes bir şey görür mutlak ama anlatılan gerçek midir gerçeğimi görmüştür yahut gerçek nedir işin asıl kimse bilmez bilemez. Resimlerin analizlerinden bahsetmek istemiyorum. Bizzat sanatçının kendisinden bahsetmek istiyorum.
Salvador Dali- jeopolitik çocuk adamın doğumunu izliyor
Sıra dışı işler yapan insanların nasıl bir hâletiruhiyede olduğunu hep merak etmişimdir. Özellikle Dali’ den bahsederken kim olduğunu anlatmam çok zor olmaz. Hani şu gözlerini çılgınca açmış komik bıyıklı adam dediğimde hemen anlaşılır. Mesela Picasso için yamuk yumuk kadınlar çizen adam. Frida Kahlo için bıyıklı kadın gibi belirgin ve garip durumları vardır. Eserleri de en az kendileri gibi sıra dışıdır. Sanatı bir kenara koyalım kısa bir netten araştırınca aslında bilim adamlarının da sıra dışı oldukları ortadadır. Böylesine enteresan işler yapan nasıl bir beyin olabilir diyor insan kendi kendine…
frida Kahlo-otoportre




Bu gün kısaca Dali ’den bahsetmek istiyorum. Salvador Dali. Çook uzun yıllar önce yaşamış biri değil 1904- 1989 yılları arasında yaşamış gerçek adı tıpkı diğer sanatçılar gibi oldukça uzun olan Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí y Domènech, kısaca Salvador Dali. Daha kısası Dali.
Van Gogh- otoportre (kulağını kesmesiyle ünlüdür)

Her bir sanatçının biraz Türk filmlerini anımsatan hikâyeleri var. İşin aslı ülkeler topraklar kültürler değişse de değişmeyen duygular olduğu sürece dünyanın bir ucunda da olsa ortak şeyler yaşanabiliyor. Van Gogh’u intihara sürükleyen yalnızlığı ve kimine göre de yanlış kadınlara âşık olması. Hamile bir kadına âşık olmuş, ailesinin karşı çıkması sonucu ayrılmak zorunda kalmış. Hayatı boyunca hep yalnız yaşamış.
Leonardo da Vinci ise evlilik dışı bir çocuktur. Babası zengin bir adammış ama annesi asil olmadığı için evlenmemiş ve Leonardo’yu nüfusuna almamış. Vinci soy ismi doğduğu kasabanın ismidir. Davranışın bize yabancı olmadığı aşikârdır. Yani bizdeki ‘ayrı dünyaların insanıyız’ muhabbeti.
Her neyse Dali’nin de tıpkı bu duruma benzer bir hikâyesi var. Hani bizde de olur bir çocuk doğar birkaç yaşındayken öldüğünde nüfustan düşürülmez arkasından doğan çocuk aynı cinsiyetse ölen kardeşin kimliğini kullanır. Dali’ de 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı: 'Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu. Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu.'  Çok sıradan gibi görünse de durum aslında tam bir trajedi. Yorumdaki cümleler Salvador Dali’ ye ait. Tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümek. Korkunç bir psikoloji olsa gerek. Hayatınız boyunca hiçbir zaman gerçekten sevilmediğinizi

düşündürür insana. Her tavır ve tepkiye ‘acaba’ diyerek yaklaşır insan. Böyle bir psikolojiyle Dali abartılı davranışları teatral hareketleriyle hep ilgi çekmeye çalışmış. Aslında bir nevi çığlık gibi. "Ben buradayım burada bir yerlerde. Ölen Salvador’un gölgesinde” der gibi.
Tüm bunlardan sonra kalkıp “sanatçılar niçin böyle bir tuhaf oluyor” demezler mi?.
Aslında düşünüyorum da kişi sanatçı mı doğuyor yoksa onu sanatçı yapan çevresi mi?.
Dali kadar olmasa da bunu bazen bende hissediyorum. Kendime sanatçı demek terbiyesizlik olur ama sanatçı ruhu taşıdığımı hissediyorum çoğu zaman. Kendimden yola çıkarak anlatacak olursam duygu denen ivmenin son noktasında geziniyoruz sanırım. Orta diye bir şey yoktur. Acıysa en derinden aşksa en tepeden, hiçbir duygunun ortası yok. ( Picasso’nun her çocuk sanatçıdır aslında sözünden yola çıkarak) Mevcut olan sanatçı potansiyelinin üstüne çocukluktaki trajediler eklenince bu duygular şekilleniyor, büyüyor, gelişiyor, geliştikçe jack ve fasulye sırığı hikâyesi gibi abardıkça abarıyor kabarıyor sonra ortaya Dali çıkıyor Picasso çıkıyor Kahlo çıkıyor.
Sözün özü çocuklarda mevcut yaratıcılıkların üstüne biraz sıyrık aile, dengesiz bir çevre, biraz ölümler, biraz trajediler yahut bunlardan herhangi biri eklendi mi ortaya bir sanatçı çıkıveriyor.
Hareketli olan ve zamanlama gerektiren öğelerse kediler, su ve Dali’nin kendisidir. Halsman sayar, 3’de asistanlar kedileri ve suyu fırlatır, Dali sıçrar ve Halsman deklanşöre basar. Mükemmel kareyi yakalamak için zamanlama çok önemlidir ancak biraz şansa da ihtiyaç olduğu açıktır. Asistanlar stüdyoyu temizleyip, kedileri kontrol altına almaya çalışırken Halsman karanlık odada sonucu kontrol eder ve yeniden denemek için döner. Doğru zamanlama ve kusursuz fotoğraf için defalarca aynı şeyler tekrarlanır. Halsman kitabında Dali Atomicus’u çekebilmek için 6 saat boyunca çalıştıklarını, 28 fırlatış gerçekleştirdiklerini anlatır ve kedilerin zarar görmediğini de ekler.
Life dergisi bu muhteşem fotoğrafa derhal iki sayfa yer ayırır. Ve tüm zamanların en ünlü, en çok basılan, en çok kopyalanan, hakkında en çok yazılan fotoğrafı haline gelir. Fotoğraf kendi başına fotografik değerler açısından başarılı ve dikkat çekici olduğu kadar, aykırı bir sanatçının aykırı bir sanatsal ifadesi olarak da değer taşımaktadır. Dali’nin kendisi ve çalışmalarının bu fotoğrafa konu olması fotoğrafa bir kat daha anlam ve başarı katar.


 a. okul

 

Hiç yorum yok: