23 Ağustos 2018 Perşembe


DİKKAT! fazlasıyla eleştiri ve sübjektif bakış açısı içermektedir.
Aslına bakarsanız çoğu insanın yorum yaparken yaptığı gibi, yani bunu ilk ben bulmadım. Ama pek dokunulmayan sağından solundan geçilen sürünün biraz dışında aslında herkesin bildiği şeylerden bahsedeceğim.

Bu yazıyı yazma isteğim yaklaşık 6-7 sene öncesine dayanıyor. Ve her tecrübem ve fikirlerim eklenerek büyüyor. Ve bugün yazmak istedim. Öğretmenler günü sezonuna denk gelmesini istemedim. Meslektaşlarım tarafından yanlış anlaşılmak istemedim.

Ben öğretmenim. Bu yıl 23. Yılıma başlıyorum. Anlayacağınız bu fikirleri edinmek için oldukça uzun bir zamanım oldu. Sadece öğretmenleri değil aynı zamanda velilerimi, öğrencilerimi, amirlerimi, siyasileri dahası toplumu bol bol gözlemleme imkânım oldu.

Herkes eğitimin içinde, çocuğu okula giden gitmeyen herkes. Bu öyle uzay mühendisliği falan gibi o ney ki denilen bir şey değil. Herkesin bir yorumu var yani. Eğitimin içinde olan öğretmenden, dışında olan herkesin. Çocuğundan yaşlısına. İlk cümle ‘eğitim şart’ İkinci cümle ‘eğitim bitti’. Öğretmenleri eleştiren anne babalar sezdirmeden bizi eleştirirler “çocukların öğretmene saygısı kalmadı” falan. Yani sanatçı burada diyor ki 😊))  : siz yeteneksiz beceriksiz insanlarısınız öğrenciye kendinizi saydırmıyorsunuz. Veya sen kimsin ki öğrenci sana saygı duysun. Mesajı gönderiyor alttan alttan.

Önce buna cevap vereyim. Pardon da onu sen yetiştirdin. Çocuğun sana saygı duyuyor mu? Seni seviyor mu? sana değir veriyor mu? “Babam eşşek gibi çalışıyor üç kuruş kazanmak için ben de adam oluyum dersime çalışayım” diyor mu. Yahut mesela bakkala ekmeğe gönderebiliyor musun? Sabah kalkıp bir gün sana kahvaltı hazırladı mı? Evdeki sıkıntıları bilip ona göre mi davranıyor yoksa arsızca “ben mi istedim dünyaya gelmeyi bakacaksınız” mı diyor. Yemek masasında o mu sana servis yapıyor, sen mi ona yapıyorsun. Sonrada dönüp bu çocuğun benim ağzıma bakıp ne dersem yapmasını mı bekliyorsun. Sen her şeyi doğru yapıyorsun biz öğretmenler her şeyi yanlış mı yapıyoruz. Buna mukabil o çocuklara yine de öğretiyoruz sorumluluklarını almayı, büyüğü küçüğü, merhameti, vatanı milleti, ahlakı. Size anlatamadıkları onca şeyi öğretmenlerine anlatıp çözüm buluyoruz. Sizler yeri geliyor okula 1 liram geçmesin diye aidat ödemezken çoğu okulda öğrencilere destek olmak için fon paraları toplanıyor. Ve çoğu öğretmen bunu isteyerek ve hevesle yapıyor. Hep eleştiriyorsunuz. Ha bende eleştiriyorum. Birazdan kendi meslektaşlarımı da eleştireceğim ama herkes kendi payına düştüğü kadarını alsın. Ortada bir suç varsa bunu yaratan sebeplerin sahipleri de vardır.

Gelelim öğretmenlere. Yani bize. Hani şu okula gelirken Allah canımı alsın der gibi gelenlere, öğrencilere ömür törpüsü gibi bakanlara, ocağın üstünde yemeği kalmışta bir an önce bitse de gitsek gibi saate bakanlara, çevresine çoluğuna çocuğuna sakın öğretmen olmayın veryansını edenlere, okula pazara gelir gibi giyinip gelenlere, kendini yenilemeyen bunu da bir marifet gibi “aman ne gerek var hep aynı şey” diyenlere, işiyle ilgili mezun olduğu yıl ki birikimiyle 20 yıl 30 yıl çalışanlara, ücretim kesilmiyor diye hafta da bir sevk alanlara (bir zamanlar öğretmenlerin böyle bir hakkı vardı. Haftada bir gün sevk alırsan ücretin kesilmiyordu. Her nöbet günü sevk alan veya eve temizlikçi gelecek diye sevk alan biliyorum. Sonra baktılar ki öğretmenler suiistimal ediyor aldılar bu hakkı. Ben hiç sevk almadım) görevden kaçan ücret peşinde koşturanlara, ücret almadan parmağını kımıldatmayanlara,  ..işini sevmeyenlere…

Evet 22 yıllık öğretmenim işimi çok seviyorum. Ben şanslı bir insanım hem branşıma aşığım hem mesleğime. Her ikisi de benim fıtratıma uygun bir iş. Hiçbir gün bundan şikâyet etmedim. Keşke şu olsaydım bu olsaydım demedim. (ki çok daha iyi kariyer yapabileceğim fırsatlarım oldu. Bunu yakın çevrem iyi bilir. Şimdi bunu buradan anlatmam uygun olmaz) aldığım ücretten de oldukça memnunum. Memnunum derken öğretmenlik mesleğinin daha fazlasını hakkettiğini ve ihtiyacı olduğu gerçeğini de belirtmem gerekir. Ama ben bu işi sadece para için yapmıyorum. Seviyorum yani. Hem resim yapmayı hem de öğrencilerimi. Hepsini çok seviyorum. Bunu öğrencilerim iyi bilir. Sevdiğimi hem gösteririm hem söylerim. Onlarla çok eğlenirim. Onların yanında olmak bana huzur verir. Çoğu insana kıyasla daha samimi daha içten ve daha dürüstler. Bahsedilen o saygıya gelince hani böyle ağzını doldura doldura konuşanlar var ya “hocam çocuk öğretmenden korkacak” … “niye canım. Niye korkacak?”. Ha korkacak tabi sevgisini ve ilgisini kaybetmekten korkacak. Yoksa ben öcü müyüm? Benden korkan birinin yanına oturup resim çizmesini izlerken nasıl rahat olacak çocuk. Nasıl üretecek. Benim bilgimin dışında bir şey keşfettiğinde bunun bir saçmalık mı yoksa bir keşif mi olduğunu nasıl bilecek. Korkmasın arkadaş. Ben, benden korkan öğrenci istemiyorum. Beni kırmaktan korkan öğrenci olsun. Desin ki hocam üzülür desin. Onu hayal kırıklığına uğratmayayım desin. Çünkü…çünkü bende insanım unutmayın. Benim de duygularım var. Okul bir nazi kampı değil bağırıp çağırıp gezelim. Biz bir aileyiz orda. Ve inanın böyle olunca saygı da duyuyorlar. Benim 22 yılda hiç öyle bir problemim olmadı. Hayatımda bir defa öğrencimi disipline verdim o da yalan söylemede ısrar ettiği içindi. Hiçbir öğrencime kin tutmam. Çünkü şunu hiç unutmam onlar küçük onlar benim dengim değil. Ben akranıma yahut dengime tavır alırım. Benim öğrencime tavır alma gibi bir lüksüm olamaz. Onlar bize eğitim için gelen çocuklar. Hepsi temiz olsun hepsi akıllı olsun hepsi çalışkan olsun. O zaman bize ne gerek ki. Her şey mükemmel olursa her öğrenci okula geldiğinde her şeyi biliyorsa benim etkim ne olacak. Mesela nitelikli okullarda çalışan öğretmenleri, problemli okullarda çalışan öğretmenlerden daha iyi görürler. Bilakis. Öğrenmeye hazır tüm belleği açık hazır bulunurluğu mükemmel bir sınıfa ders anlatmaya ne var. Orda sınıf otoritesine bile gerek yok. Öğrenci amaçlarını zaten biliyor. Oradaki öğretmenin yapması gereken tek şey alanında iyi olma. Ama aksiyon diğer okullarda. Bende orda dövüşe giderken hocası otur yerine dediğinde o öfkeli çocuğu oturtabilen öğretmene hayranım. Her türlü olumsuz ortamlarda büyümüş ve yaşayan öğrencinin kavga dövüş dedim mi başı çeken öğrencinin öğretmenini gördüğünde başını eğmesine hayranım. Öğretmenlik düşündüğünüz kadar sığ ve geyik muhabbetlerinde gevşek gevşek konuşulacak bir konu değildir.

Maalesef içimizde “öğretmenliğin saygınlığını bitirdiler” diye gezip, sıkıldıkça rapor patlatan, vatan millet deyip dersinde oturup telefonuyla oyun oynayan, ücret için kurs açıp film izleten öğretmenlerin saygınlığını bitirdiler. Oh iyi ki de bitirdiler.
Ama, benim saygınlığımı kimse vermedi kimse de bitiremez. Ben ücretine oranla çalışan biri hiç olmadım. Mesleğim peygamberlik mesleği. Görevim bu benim. Ben sadece çalıştığım kurumun öğretmeni değilim. Ben benden bir şey öğrenmek isteyen herkesin, ben Türkiye cumhuriyetinin öğretmeniyim. Hiçbir öğrencimle veya velimle böyle bir sorun yaşamadım. Olduysa da şu anda aklıma bile gelmeyecek kadar küçük mevzulardır.

24 Kasım geliyor lütfen kimse öğretmenliğin saygınlığının bittiğinden dem vurmasın. Biz hala saygınız. Bu ülkede en güvenilir insan sıralamasında birinciyiz. Bizler bozulan aile yapısı ve sistemin içinde kendini korumaya direnen kendince yine sırf eğitmek için yeni yöntem ve teknikler geliştiren saygın insanlarız. Bu saygınlığı biz “bana bir harf öğretmenin kırk yıl kölesi olurum “diyen Hz. Ali den, “ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” diyen Hz. Muhammed (sav) ‘den, “Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır” diyen Mustafa kemal Atatürk ten aldık. Müsterih olun işini aşkla yapan kendini geliştiren, yenileyen, özverili, cebindeki parayı öğrencisiyle paylaşan, anlamadıkları bir konu olduğunda bunu nasıl öğretirim telaşına düşen çalışkan çok öğretmen tanıyorum.

Eğitimin sorunları üzerine kafa yoran, eğitimci olmayanlara İtalyan heykeltıraş ve ressam Michelangelo’ nun bir anekdotuyla cevap vermek istiyorum. (Michelangelo, İtalya Vatikan da bulunan Sistine şapheli’nin muazzam fresklerini yapan, sanat tarihinin ilk beşinde yer alan bir sanatçıdır. Eserlerini internetten bulup inceleyebilirsiniz. Kendisi heykeltıraş olan sanatçı ilk defa burada fresk yapmıştır ve gerçekten kendisine hayran bırakacak bir muhteşemlikte bir eser çıkarmıştır ortaya). Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet eden yeni Papa IV. Paul, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.”
Eğitim dolu bir yaşam diliyorum. Esen kalın

Hiç yorum yok: