Yaratıcılık kelimesi pek fazla kullanılan bir kelime
değildir. Bununla birlikte, buluş, icat, yenilik, özgünlük vb. gibi kelimelerin
daha çok kullanılması, yaratıcılık kavramını tam ifade edememektedir. Bu
kelimeyi daha dikkatli kullanmamızda üç sebep olduğu söylenebilir: Birincisi,
bu kelimenin Allah’a ait “yaratmak” kavramını çağrıştırıyor olmasındaki
rahatsızlık duygusu; ikincisi, bu kavramı büyük bilim adamı ya da sanatçılara
has bir ayrıcalık olarak algılanması; üçüncüsü ve belki de en önemlisi, birçok
davranışımızı sonradan öğrenebildiğimizi düşünürken, yaratıcı yeteneğimizin
doğuştan gelen bir beceri olarak kabul edilmesi.
Her üç yaklaşım da elbette doğru değildir. Hiçbir
zaman yaratıcılık kavramıyla, Allah’a ait olan yoktan var etme anlamındaki “yaratıcılık”
kastedilmemektedir. Nasıl ki, “Allah bilir” derken “bilmek” kelimesiyle günlük
hayattaki “bilmek” kavramı kastedilmediği gibi, “yaratıcı düşünce” ya da
“yaratıcı davranış” kavramlarıyla da tanrısal yaratıcılık kastedilmemektedir.
Büyük bilim adamları veya sanatçıların yaratıcı olmaları, diğer insanların
yaratıcı olmadıklarını göstermez. Yaratıcılık, kişiye ve şartlara göre değişik
derece ve boyutları olan bir düşünme biçimidir. Nasıl ki mantıksal kurallar
öğrenilebilir ve zamanla geliştirilebilirse, yaratıcı yaklaşımlar öğrenilebilir
ve geliştirilebilir.
Yaratıcı davranış biçimi, insanların en çok ihtiyaç
duydukları bir özelliktir. Yaratıcı olmayan toplumlar, milletler mücadelesinin
her alanında yenik duruma düşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Sürekli
değişen dünyada her alandaki yeni ihtiyaçlar, karşılaşılan problemler, insanı
yaratıcılığa zorlamakta ve yeni çözümler üretmeye yöneltmektedir Yaratıcılık; sadece şanslı birkaç kişiye tanınmış bir güç olarak
düşünülür. Hâlbuki yaratıcılık; birkaç seçkin kişinin ayrıcalığı
olmayıp, ihtiyaç duyan her insanın başvuracağı çok önemli bir davranıştır
Yaratıcı kişi, sade insanların sandığı gibi ne
tanrısal bir varlıktır, ne de psikotik. Yaratıcı kişiyi farklı yapan
özellik, nitel değil; yalnızca niceldir. Her insanda var olan yaratma
potansiyeli, hayata geçirilebilir, aktif edilebilir. Bunun için gerekli olan
şey, gerekli ortam ve şartların hazırlanmasıdır.
Yaratıcılık, değişik alanlarda ve değişik
yoğunlukta, her insanda var olan bir özelliktir. Bu sebeple, kesin bir dille,
bazı insanlar yaratıcıdır, bazıları değildir denemez. Her insan az ya da çok
yaratıcı davranış sergileyebilir. Kişilerdeki bu yaratıcı davranış
farklılıkları, kalıtıma, kültür ortamına, eğitim ve öğretime bağlı olup
(KIRIŞOĞLU, 1991), yaratıcı düşünce ve davranışlardaki yoğunluk bu faktörlere
göre değişir.
Araştırmalar, yaratıcılığın, öğrenmenin önemli bir
boyutu olduğunu göstermektedir. Yaratıcı düşünme, bilginin kazanılması için
hayatî öneme sahiptir; çünkü yaratıcılığın gelişimine elverişli çevreler,
çocukların öğrenmeye karşı olumlu tutumlar geliştirmelerine yardımcı olur ve
öğrenmeyi eğlence haline getiren etkili güdüleyiciler niteliğini taşır
(DAVASLIGİL, 1984).
Yaratıcılık, bireylere çekici gelen “sihir, deha,
üstün yeteneklilik vs.” gibi çoklu kavramları çağrıştıran bir kişilik özelliği
olarak bilinmektedir. Ancak, yaratıcılık konusunda bilimsel çalışmalar oldukça
yenidir. Yaratıcı düşünce ile ilgili sistemli araştırmalara 1960’lı yıllarda
başlanmıştır (SUNGUR, 1997). Literatüre bakıldığı zaman, birçok araştırmacının
konuya yaklaşımlarında ilgi ve / veya güdü (motiv) üzerinde durdukları görülür.
Bilim adamları, yaratıcılığı, kişilere olağan olarak dağıtılmış bir özellik,
bir yetenek, duygusal bir süreç ve yaşam biçimi olarak değerlendirmişlerdir. Bu
uzmanlar tanımlarında, bilimde yenilik, güzel sanatlarda değişik eserler,
endüstride yeni buluşlar ve orijinal görüşlere yol açan noktalar üzerinde
durmuşlardır (YAVUZ, 1996).
Yaratıcılığa ilişkin literatür, üç farklı yönde
gelişmektedir. Bunlardan birincisi, yaratıcı kişiliği ya da bireyi tanımlama
olarak ortaya çıkmakta ve Guilford (1967)'un bilişsel alandaki, Mac Kinnon
(1962)'un kişilikle ilgili, Dunnette (1976), Gough (1976) ve Torrance (1972)'ın
kavrama ile ilgili araştırmaları yer almaktadır; ikincisi, örgütsel faktörlere
ilişkin olarak gelişmiştir ki, bu araştırmalarda, "hangi faktörlerin
yaratıcılığı artırdığı ya da ketlediği belirlenebilir mi?" sorusu üzerinde
durulmuştur; üçüncüsünde ise, eğitim ve geliştirmeye yönelinmiştir.
"Bireyler, içsel yaratıcılıklarını kullanabilmeleri için yetiştirilebilir
mi? Onlar böylece daha yaratıcı yapılabilir mi?" soruları ile yola
çıkılmıştır. Osborn(1963), Parnes(1969), Gordon (1956), Prince (1970), bu
hareketin öncülerindendirler (SUNGUR)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder