30 Mart 2012 Cuma

4+4+4..EĞİTİM VE YAŞAMIN SIRRI



Bu videoyu yaklaşık bir yıl önce izlemiştim. Ve bu yazıyı yazdığımda aklıma ilk gelen şey bu videoyu paylaşmak oldu. Ama ne yazık ki nette bu paylaşımı bulmak kolay olmadı. İçeriği bilmeme rağmen adını bilmediğim bu videoyu nasıl bulduğuma inanamazsınız. Tüm bu gayretime değdiğini düşünerek ısrarla izlemenizi istiyorum.


Bu gün enteresan bir gündü. Düşüncelerimi aynı noktaya odaklayan, tüm yollar Paris'e çıkar gibisinden bir gündü işte. Bir eğitimci olarak son günlerimiz 4+4+4 sisteminin tartışmaları içerisinde geçiyor. Herkesin bu konu hakkında bir fikri var. Ve enteresandır öğretmenler hariç herkes fikrini açık yüreklilikle söylüyor.
Her neyse bu gün anaokuluna giden kızımı okula götürdüm. Öğretmeni bir katalog için fotoğraf çekeceğini kitaplık önünde poz vermemi istedi. Ayakkabıları çıkarıp kitaplığa gittim, açtım dolabı elime bir kitap aldım. İşin aslı poz vermek isterken ilgimi çeken bir kitap buldum. Richard Lauv’un “Doğadaki Son Çocuk” isimli kitabıydı. İşin aslı çok kalın kitapları okumakta zorlanıyorum. İlgim çok çabuk dağılıyor.. neyse.. kitap insan oğlunun doğadan koptukça zekasının yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının azaldığı üzerine ve buna karşılık Amerika’da başlatılan anaokullarının botanik bahçeleri ve metropol grisini ikiye bölen büyük yeşil riverside parkında oluşturulan doğal yaşamdan bahsediyor. Sonrasında da eğitim sistemimizde uyguladığımız bizim yerimize düşünen düşünürlerin ortaya attığı eğitim kuramları ve Gardner’ın 1983 yılında geliştirdiği çoklu zekâ kuramı ki bunu eğitimciler daha yakinen bilirler. Bir çoğunuzda duymuştur hani -dil zekası - mantık, matematik zekası - mekan zekası - beden hareket zekası - müzik zekası- ilişki zekası ve içgörü zekâsından oluşan 7 zeka tipi. Gardner buna karşılık geleneksel IQ testlerinin yeterli olmadığını da iddia ediyordu. Kısacası 8. zekâ tipi olarak doğa zekâsını ekledi. Buna kaç kişi şaşırdı bilmiyorum. Ben şaşırmadım. Yani bu zamanla 10 - 20- 30 da olabilir bir süre sonra bence saymaktan vazgeçerler. Yaşım itibarıyla görebiliriyim bilmiyorum ama bir gün insan zekâsının sınırları olmadığını fark edip böyle 7- 8 kalıp içine sıkıştırılamayacağını anlayacaklar. Doğadan beslenen bilim, laboratuvarına girince neden doğaya yabancılaşır. Doğanın bir parçası olan insanoğluna hizmet eden tıp niçin alternatif tıbbı yok sayar. Kaldı ki insanoğlu için (modern tıp olarak isimlendirilen) tıp alternatif olmalıyken… Matematikte iyi olan niçin dünyanın merkezini matematik sanır. Ve son zamanlarda mantar gibi çoğalan matematik öğretmek için enteresan kurslar kim için niçin açılır. Sanat ve yaratıcılık ne işe yarar. İnsan nerden beslenir. Sayısal zekânın 1800 lü yıllardaki sanayii devriminin getirdiği bir ihtiyaçla reyting yapması bu teknolojinin hızla ilerlemesi yani arzın çok olması onu gerçekten değerlimi yapar.
Çağ değişiyor. Bilgisayar kullanan, klavye başında olmadık işler başaranlar değil; yaşamın içinde ayakta kalabilen parmakla gösterilmeye başlanırken, gelişmiş ülkeler ilköğretimde sadece merak eden araştıran doğayı inceleyen çocuklar yetiştirmeye çalışırken, Türkiye’de önemli kolejler artık bünyelerinde yaratıcılığı geliştiren dersler ve aktiviteler eklerken nasıl bir bünye hala fizik kimya matematik iyi olsun gerisini seçmeli yapsınlar der.(kim diyor diye sormayın! Hemen herkes) Ben kendimce cevap vereyim. 3. dünya ülkeleri böyle bir cevap verir. Takip etmekten kurtulmayan bir zihniyet toplama işlemini kafadan yapmanın bir meziyet olduğunu sanan zavallılar. Formül ezberlemek ne kadar heyecan verici olabilir ki. Yani neyden daha kıymetli.
İnsan DNA sının sırrı çözüldü denirken sadece % 5 inin çözüldüğünü biliyor musunuz? Siz ilk insan yaratıldığı andan itibaren atalarınızın tüm özelliklerini o DNA’nızda taşıdığınızı biliyor musunuz? Nasıl oluyor da resme müziğe matematiğe yeteneğiniz olamıyor. Olsa olsa doğru yöntem uygulanmamıştır o kadar. Herkes her şeyi yapar. Tıpkı son günlerde büyük zevkle izlediğim survivor programında olduğu gibi. Teknolojinin içinde yaşayan sosyal insan nasılda ilkel insan yaşamına uyum sağlıyor. Ağlıyor bunalıma giriyor. Ama alışıyor. Kimsede “ay ben onu yemem” falan demiyor. Avlanıyor, saatsiz zamansız tamamen biyolojik isteklerinin peşinde nasılda ilkel yaşıyor. Tıpkı avcı ataları gibi hemen hatırlıyor avlanmayı ısınmayı barınmayı korunmayı...
İnsanoğlu bir sır. Yaşamda öyle. Kuramlara kurallara sıkıştırmak yaratılmışların birini diğerine üstün tutmak ancak insana yakışır bir ayıp olabilir zaten. Gün  batımları niçin bu kadar güzel, çiçekler niçin böylesine rengarenk, toprak niçin böyle kokar, ve varlığının nedenini bilmediğimiz yıldızlar niçin bu kadar ışıl ışıl ve yine niçin kuşlar bu kadar güzel öter, su şırıltısı niçin böylesine dinlendirici, ve insan.... nasıl 6 kemiğin üstünde dik durabiliyor. Yüce Rabbim en mükemmel matematikçi fizikçi ressam müzisyen.... ve daha birçoğu. Her biri diğeri kadar kıymetli. Eğitim 4+4+4 mü olur başka türlümü bilemem ama yaklaşım ve zihniyet evrensel olmalı. Meraklı, iyi zevk sahibi, yaşadığı çevreyi koruyan, geçmişine saygı duyan, geleceğine ümitle bakan gençler yetiştirmeliyiz. 

a.okul



25 Mart 2012 Pazar

RESSAMLARDAN İNCİLER-Pablo Picasso

Pablo Picasso
Eğer zekiysen ve başarılı olamamışsan ailen ve çevrendekiler sana zekiymişsin gibi davranırlar. Ama başarıya ulaşmışsan ve para kazanıyorsan bu kez zeki oluşunu bir kenara bırakır, başarılı bir adam gibi davranırlar..

PABLO PİCASSO...

(bu arada zeki olduğuyla övünen tembellere kapak olsun)

MUCİZE



Birçok yeteneklerle doğmuş olabilirim.
Asıl beni çoğu insandan farklı kılan insanların tüm çirkinliklerine rağmen sevebilme kapasitemdir. 
Hatta iyi düşünecek olursak; 
böyle insanlar varken benim bu yaptığıma mucize bile diyebiliriz.

A.OKUL

DUA


Allah'ım beni yaratarak hiç yokluktan kurtardığın, bu dünyayı tecrübe etmemi sağladığın için sana teşekkür ederim

Tüm dünyayı algılayabileceğim ve yorumlayabileceğim bir bellek verdiğin için teşekkür ederim

Yağmur sonrası çimenler üzerinde koşup nemini tenimde hissedebileceğim, güzel ayakkabıları giyebileceğim, rengarenk çoraplarla süsleyebileceğim bir çift ayak verdiğin için teşekkür ederim

Sevgilim için yemek hazırlayabileceğim, çocuklarımın saçlarını özenle tarayabileceğim, sana dua ederken açabileceğim eller verdiğin için sana teşekkür ederim

Sevdiklerimin mutluluğunu görebileceğim, üzüldüğümde ağlayabileceğim gözler verdiğin için teşekkür ederim
tarayıp şekiller vereceğim aynanın karşısında kendimi iyi hissedeceğim, rüzgarı hissetmemi sağlayan, yağmurda yüzüme yapışan saçlar verdiğin için teşekkür ederim

İyi bir anne emektar bir baba, yalnız kalmamı engelleyen kardeşler verdiğin için sana teşekkür ederim
soğuk havalarda sığınabileceğim, huzuruyla beni ısıtan içi çocuk sesi dolu bir ev bir çatı bir yuva verdiğin için teşekkür ederim

İnsanca yaşayabileceğim hayatın sefil yanında dik durabileceğim sevdiklerimle paylaşabileceğim insanca yaşamamı sağlayacak kadar para kazanmamı sağladığın için teşekkür ederim

Mutluluklarımı ve hüzünlerimi paylaşabildiğim dostlar ve onları daha çok sevmemi sağlayan düşmanlar verdiğin için teşekkür ederim

Yarattığın ve yolundan sapmış cani insanlardan beni uzak tuttuğun için teşekkür ederim

Doğduğum günden beri Ayşe ismiyle çağrılırken başka bir sıfatı anneliği bana nasip ettiğin için sana çok teşekkür ederim
bana hediye ettiğin sağlıklarını bağışladığın iki küçük kızım için sana teşekkür ederim


Beni tüm çılgınlığımla kabullenen yargılamayan hayatımın on yılını mükemmel kılan ağladığımda bana destek olan düştüğümde yüreklendiren, kendimi bulmama yardım eden iyi bir insan iyi bir erkek iyi bir dost iyi bir yoldaş iyi bir baba iyi bir eş verdiğin için sana çok teşekkür ederim

Yaptığım hatalardan dönmeme fırsat verecek kadar bana ömür verdiğin için sana teşekkür ederim

Hoşgörülü ve merhametli olmayı kibir ve kindarlığa düşürmeden bana öğrettiğin için sana teşekkür ederim

Tüm yarattıklarını sevebilecek yürek düşmanlarımın tüm çirkinliklerini örtecek karanlıkları bana sunduğun için sana çok teşekkür ederim

Doğruyla yanlışı birbirinden ayıracak akıl, doğruyu yapabileceğim irade verdiğin için sana teşekkür ederim

Yarattığın acı ve tatlı birçok anılarla doldurduğun bu kaderi her şeye rağmen bana layık gördüğün için sana çoooook teşekkür ederim.

Varlığını hissettiğim bildiğim inandığım huzur bulduğum için sana şükürler olsun.

a.okul



23 Mart 2012 Cuma

DESTİNO- SALVADOR DALİ


dilerim bu videonun telif hakkıyla ilgili bir sorunu yoktur. ama paylaşmayı çok istedim. salvador dali nin resimlerinden esinlenilerek yapılmış walt disney e ait müziğine bayıldığım harika bir animasyon. iyi seyirler...

20 Mart 2012 Salı

GERÇEKLİK VE SOYUT


Pablo Picasso (Picasso 70 'li yaşlarında yapmış)
    Söylenir ki; bir realist filozof ünlü ressam Picasso’yu görmeye gitmiştir. Filozof gerçekliğe(realizme)inanmıştır ve Picasso’yu eleştirmeye gelmiştir. Çünkü Picasso’nun resimleri soyuttur ve gerçekçi değildir.

    Kübistler gerçekliği öyle betimlemezler tam aksine bu semboliktir ve tamamen başka bir boyutu vardır.
Pablo Picasso- Picasso nun annesi (Picasso 15 yaşında  yapmış)
    Realist derki “senin resimlerini beğenmiyorum. Bir resim gerçek olmalı, eğer benim karımı çiziyorsan resim benim karım gibi olmalı” der. 

Karısının fotoğrafını çıkarır ve söyler

"fotoğrafa bak çizim bunun gibi olmalı'

Picasso resme bakar ve sorar 'bu senin karın mı ?

'Realist filozof  'evet, bu benim karım'

 Picasso “şaşırdım ,o çok küçük ve düz” der.  :)



19 Mart 2012 Pazartesi

SANAT ESERLERİNİN REKOR FİYATLARI

Leonardo da Vinci
Codex Leicester; Leonardo da Vinci'nin hidrolik, suyun hareketi, ayrıca jeoloji ve astronomi üzerine bazı çalışmalarının yer aldığı defter. Bill Gates tarafından 1994 yılında 30,8 milyon dolara satın alınmıştır ve onun özel koleksiyonunda yer almaktadır. Galata Köprüsü ile ilgili taslakları bu defterde yer almaktadır.

 
1. A boy with a pipestem by Pabol Picasso - Value $104,160,000 US


2. The doctor by Van Gogh - Value $82,500,000 US



3. Red grinderys shindy - Value $78,100,000 US



 
4. Blow the Baby by Rubens - Value $73,500,000 US



5. Still Life by Paul Cezanne - Value $60,500,000 US



6. Shed blood by Rubens - Value $59,500,000 US


7. Dream by Pablo Picasso - Value $48,400,000 US

( yukarıdaki eserlerin en ucuzu 30.8 milyon dolar bugünün parasıyla 55 440 000 000 tl dir)
 (elli beş milyar dört yüz kırk milyon  bugünün parası. Eski parayla milyar yerine trilyon diyiverin)



17 Mart 2012 Cumartesi

bir iyi haber bir kötü haber

size bir iyi birde kötü haberim var.....
iyi haberim;
insanoğlunun en iyi mekanizması unutma özelliği. yani bir acı yaşadığınız anda unutma eylemi başlıyor. bilim adamlarına göre her gün geçen günün yarısı kadarı aklında kalıyor. düşünsenize bugün yaşadığınız en büyük acınızın yarın % 50 sinin kaldığını:))))


kötü haberim ise;
bu mekanizmanın çalışma sistemine göre her gün % 50 sini unutuyorsak ve yarına yarısı kalıyorsa...  ve var olan şeyler her defasında ikiye bölündüğünde...hiç bir zaman tamamen yok olmaz:((((


a.okul

ÖZGÜRLÜK YOLU


 


yapım:
2010  -  ABD
Tür:
Biyografi,  Dram,  Macera,  Savaş,
Süre:
133 dakika
Yönetmen:
Peter Weir,
Oyuncular:
Colin Farrell,  Jim Sturgess,  Ed Harris,  Saoirse Ronan,  Mark Strong,  Gustaf Skarsgård,  Stanislav Pishtalov,  Mariy Grigorov,  ıgor Gnezdilov,  Dejan Angelov,  Sally Edwards,  Sebastian Urzendowsky,  Alexandru Potocean,  Dragos Bucur,  Zahary Baharov,
Seslendirenler :
 -
Müzisyen :
Burkhard von Dallwitz,
Görüntü Y.:
Russell Boyd,
Senaryo:
Peter Weir,  Keith R. Clarke,
Senaryo (Kitap):
Slavomir Rawicz,
Yapımcı:
Peter Weir,  Duncan Henderson,  Joni Levin,  Nigel Sinclair,


 Son günlerde izlediğim en etkileyici film.1940′da Sibirya’daki esir kampından kaçan, farklı milletlere mensup bir grup askerin yol öyküsüne odaklanan filmin senaryosu, yaşanmış olayları temel alıyor. Sizi garip bir şekilde kendine çeken, bir adım sonrasını merakla beklediğim ve izlerken gerçek yaşamdan alınmış olmasının verdiği hayretle izledim. Herkese ısrarla tavsiye ederim...

16 Mart 2012 Cuma

yanarDAĞ...


Vezüv Yanardağı
İtalya’daki Vezüv Yanardağı, 
geçen yüz yılda Avrupa Kıtası’nda faaliyete geçen 
tek volkan olma özelliğine sahip. 
Vezüv en çok, M.S. 79 yılındaki Pompei kentini yok eden patlamasıyla biliniyor.
Biraz yorgun biraz kırgınsam
Kim bilir belki iyi bir rüzgâr esmiştir sırtımdan
Ve sanırım uzun zamandır boyun tutulmalarımın nedeni de budur                                                                                            
Hiç- bir- şey yapamıyorsam bu da yorgun olduğumdandır 
Kolay değil insanın kendini her gün yaratması

Tıpkı yanardağlar gibi
Her gün içimi bir alev yumağı gibi boşaltıyorum
Kıyılarımı yiyip bitiyor dalgalar
Ve ben biteviye kıtalar oluşturuyorum etrafımda
Büyüyorum yandıkça
Kocaman oluyorum
İçimin ateşi vezüvün lavları gibi kapatıyor çirkefini insanların
Birazda katlediyorum elbette
Bi yerde soykırımda denebilir yaptığıma
Hani kolayda değil ama
Kızmayın bana
Niçin ateş saçıyorsun diye

Kahpelikte sınır tanımayan dostlarım var benim
Tek satırda iki uç kelime kullandığıma da şaşırmayın
Ben sadece bir şiirde kullandım...

Onlar bununla yaşıyor…

A.Okul

MICHELANGELO - Adem'in Yaratılışı


Eserin Adı: Adem'in Yaratılışı
Yapım tarihi: 1511
Tekniği: Fresk
Bulunduğu Yer: Cappella Sistina / Roma - İtalya

Michelangelo resim sanatına kıyısından köşesinden yakın olan herkesin hakkında az çok bir şeyler söyleyebildiği dünya sanat tarihine adını yazdırmış, kendisine hayran bırakan bir sanatçı. Hani büyük alışveriş merkezlerinin bir köşesinde küçük röprodüksiyonlarının satıldığı bölümlerde karşılaşma olasılığınız olan bir resim. İki erkek elinin birbirine dokunacağı anın resmedildiği, aynı zamanda nokia nın da bu resimden feyz alarak yıllardır reklamların da kullandığı o an. Konu enteresandır ama bulunduğu yer ve ortaya çıkma süreci de en az bu resim kadar enteresandır. Bulunduğu yer Sistine şapheli daha ihtişamlı daha gösterişlidir. Hani anımsatmak isterim melekler ve şeytanlar filminde de bu şapelin yıkışılışı izlemiş olmalısınız.
aşağıdaki yazıları okurken bir yandanda sistine şapheline bir sanal gezi yapabilirsiniz. çok etkileneceğinizden eminim.



Adem'in Yaratılışı

Adem’in yaratılışı, sistine şapeli’nin tavanındaki ünlü bir fresktir. Michelangelo tarafından 1511 dolaylarında yapılmıştır. Fresk hristiyanlıkta incil’in Yaratılış bölümünde, Tanrı baba’nın ilk insan Adem’e hayat üflemesi konusunu betimler. Bu betim bugün dünyanın en ünlü betimlemelerinden birisidir ve modern kültüre farklı biçimlerde yansımıştır. Freskte yer alan Tanrı ve Adem’in ellerini içeren detayda freskin en ünlü kısımlarındandır.
Tanrı’nın yüzü olarak Michelangelo’nun kendi yüzünü çizdiği düşünülmektedir.
Bir diğer görüşe göre reform ve rönesanstan sonra insanın tanrıya yabancılaşması resmedilmiştir.  


Tam adı Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni.
    Michelangelo, 6 Mart 1475'te Arezzo yakınlarında Caprese’de doğar. Ailesi, o daha bir aylıkken Floransa’ya taşınır. Annesi, kendisi altı yaşındayken ölen Michelangelo, 13 yaşına geldiğinde Floransa’da fresk ressamı Domenico Ghirlandaio’nun yanına öğrenci olarak verilir. Bertoldo di Giovanni’nin zamanında, Lorenzo de' Medici ile tanışır. Michelangelo, heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yapar.
   1505 yılında Papa II. Julius tarafından kendisine, en önemli başarılarından biri olacak Vatikan’ın yanındaki Sistine Şapeli’nin tavan resimlerinin yapılması işi verilir. 3 yıl sonra başlayacağı bu görevi sanatçı, 520 metrekarelik bir alanda yaklaşık dört yıllık bir çalışmanın ürünü olarak bitirir. Ortasının da, “Âdemin Yaratılışı” ismindeki sahne batı resim sanatının en canlı tasvirlerinden biri kabul edilir.
     1519 yılında Cosimo de' Medici’nin soyunun son temsilcisi Lorenzo de' Medici’nin ölmesiyle Michelangelo, onla birlikte genç yaşta ölen Nemours Dükü Giuliano’nun mezarlarının konulduğu kiliseye iki ünlünün heykelini yapar. 1534’te Papa III. Paul’un heykeltraşı ve mimarı yapılan Michelangelo’ya Sistine Kilisesi’nin sunak duvarına bir ‘Kıyamet Günü’ tasviri yapmasını ister. Meryem’in Göğe Yükselişi, İsa’nın Vaftizi ve Musa’nın Hükmü’nün anlatıldığı freskler süsler bu duvarı.
     Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet eden yeni Papa IV. Paul ise, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.”
    Döneminde kendisiyle boş ölçüşebilecek  Rafael ve Leonardo Da Vinci vardır. Aralarındaki rekabet şöyle bir öyküyle anlatılır, sanatçının rakiplerinden Rafael ve Bramante, işbirliği yaparak Michelangelo’ya Sistine Kilisesinin işini verdirmeye çalışırlar. Böylelikle, kendini ressamdan çok bir heykeltıraş olarak kabul eden Michelangelo, bu işi kabul etmeyerek Papanın gözünden düşecektir.

   Hayatının son dönemini Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin mimarı olarak geçiren Michelangelo 89 yaşında ölür. Rönesans sanatına benzersiz bir etkide bulunan Michelangelo, klasik sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı sıra asıl olarak, insan formunu her açıdan tasvir edebilmek için kadavralar üzerinde çalışıp, Yunan ve Roma sanatından devraldığı idealleştirilmiş insan tasarımlarını ulaştığı gerçekçilik boyutunu yakalamaya çalışır. Batı resminin babası olarak bilinen Giotto’nun resmindeki doğallık ve gerçekçilik ile 15. yüzyıl başında tam olarak anlaşılabilen derinlikte perspektif olgusunu geliştirip kendi tarzına temel yapan Michelangelo onlarca heykel, freske imza atıp Roma’nın yeniden inşa ve düzenlenmesinde de önemli görevler almıştır.Onu idolü olarak seçen bir çok kişi var.





15 Mart 2012 Perşembe

SAĞLIKLI ŞAHSİYET, SAĞLIKSIZ BİREY



Sağlıklı bir kişilik, şahsiyetli, orijinal. Otantik, gerçek bir kişidir; sağlıksız kişilik bağımlı, maskeli, sahte ve yapmacık bireydir.

Sağlıklı kişilik kendi kendisidir; sağlıksız kişilikse hep bir başkası olmak için can atar.

Sağlıklı kişilik yüreği nükleer güç merkezi gibi biteviye sevgi üreten, sevgi dağıtan bir şahsiyettir; sağlıksız kişilik evham ve tutku üretip, başkalarının sevgisini hovardaca tüketen bir bireydir.

Sağlıklı kişilik, muhatabına ulaşmak için fedakârlık yapmaktan çekinmezken; sağlıksız bir birey hep muhatabından fedakârlık bekler ve sürekli içten pazarlıklıdır.

Sağlıklı kişilik yargılamadan algılamaya, mahkum etmeden anlamaya çalışır.; sağlıksız birey anlamadan yargılar ve mahkum eder.

Sağlıklı kişilik cömerttir, paylaşmayı sever; sağlıksız birey cimridir, insanlara sırtı dönüktür ve paylaşmaz.

DOST-CUK-LAR


Her şeyi bilen
Her şeyi gören
En doğrusuna karar veren
Ve en doğrusunu bilen
Tereddüt nedir bilmeyen
Her zaman kendinden emin
 Doğru kararları alan
En iyi değerlendiren
Acımayan gerçeği yüzüne tokat gibi çarpan
Dürüst olurken aşağılayan
Gülerken yüzüne alt dudağını ısıran
Bir anlık gülüşüne sinsiliği katabilen
Senin yerine düşünüp
Senin yerine teşhisleri koyarken
Senin yerine yaşamayan
Seni anlamayan
Seni bilmeyen
Hissetmeyen
Değerin ve kıymetin hakkında hiçbir fikri olmayan
Uzaktan doğruları sıralarken bir biri ardına
Hiçbir fikri olmayan
Yalancı
Hayatıma yabancı
Dost
Dost-cuk-lar
Arkadaş -cık –lar

Duygu yağmacıları

A.OKUL




14 Mart 2012 Çarşamba

bırak beni haykırayım....






İçimi yüklenmiş hissedip bir şeyler karalamak istediğimde ilk aklıma gelen cümle lisede edebiyat kitabında zevkle okuduğum şiirin iki mısrası... 
“Bırak Beni
Haykırayım...
Susarsam Sen Matem Et..."

KADIN OLMAK


Yaşarken farkında mıyız gerçeklerin. Yani bize anlatılanla var olanın aynı olup olmadığını yani sağlamasını yaptınız mı gerçeğin. Sorguluyor muyuz gerçeği (ki işin aslı gerçeğin ne olduğu da tartışılır. Ben bu sanal dünyadaki gerçeklikten bahsediyorum. Bir dakika yeteri kadar açıklayamadım. Yani platonun dediği sahte dünyadan bu dünyadan bahsediyorum). Biri bize yalan söylüyor, inanıyoruz. Sonra biri çıkıp bunun gerçek olmadığını söyleyip, gerçeği söylediğini iddia ediyor. Buna da inanıyoruz ki diğerinin yalan olması sonra söylediğinin doğru olduğu anlamına da gelmiyor tabi ki. Konu çok çetrefilli ama ben tek bir yoldan gideceğim. kadınlarrr

“Ayakları üzerinde durmalı kadın” cümlesiyle büyüdüm. Kadın ayakları üzerinde durmalı. Sanki kadın hep korkak ve çekingendi de artık ayağa kalkmalıydı. Peki, tersten gidelim. Ayağa kalkmayan kadın ne yapıyordur. Oturuyordur. Oturan oturduğu yerde bir şey yapar mı? Hayır. Yani kadın hiçbir şey yapmıyordu ayağa kalkmalı ayakları üzerinde durmalıydı. Allah aşkına bu tespiti kim yaptı merak ediyorum. Yıllarca kadın hakları diyen erkeklerin kadınları daha ne kadar kullanabiliriz düşüncesinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Tüm gün evde çekip çeviren bir aile mekanizmasının doğru işlemesi için hem patron hem hizmetçi olan kadının evde tembellik yaptığını düşünen (bence tembel bir erkek) bir erkekten çıktı bu fikir.
Sonra kadınlar iş yapmaya başladı avlanmaktan yorulan erkek sanayileşmeyle işin 3’te 2’sini kadına yaptırmaya başladı. Bu arada kadın hala doğuruyor hala çocuk bakıyor hala anne hala eş hala anne. 3’te 2’lik parayı alması gerekirken 10 da 1 ini alıyor. Yani paranın 10 da 9 unu, iş gücünün 3 de 1 ini yapan erkek alıyor. Oda yetmezmiş gibi tüm mal varlığının 3 de 2 si kadının olması beklenirken sadece % de 1 i kadının. Erkekler servetlerine servet katmak için kadınları çalıştırıp etinden sütünden derisinden faydalanma peşinde.
Ben bunda iyi bir niyet hissetmiyorum. Yani kadın siyasetin içinde olmalı kadın yönetimde üretimde olmalı derken hakkını vermeyi kimse düşünmüyor.
Bu gün kadın hakları diye yola çıkan hiç bir cümleyi samimi bulmuyorum.
Yaşamda özne diye bir şey olmaz ne kadındır ne erkek. Ailedir özne. Aileye kurum denmesinden de hoşlanmıyorum. Sanki zaruri bir birliktelikmiş gibi. Gönüllülük esastır. Şimdi kimseye anlatamam kadın kimdir erkek kimdir. Belki bir başka zaman ama şimdi bu yazıda değil.
Kadın kadındır saçıyla endamıyla gücüyle hisleriyle zarafetiyle inceliğiyle duyarlılığıyla dokunuşuyla...
Erkekte erkektir... Kudretiyle, gücüyle, duruşuyla, güvenilirliğiyle, sahip olduklarına karşı aldığı sorumluluğuyla...
Yaşam bir savaştır evet ama bu olsa olsa insanın kendisiyle olmalı. Kahpece esen rüzgârlar olmadığı sürece kadınların bahsi edilen ayakları üzerinde durmalarına gerek yoktur. Onları ayakları üzerinde durmalarına zorlayan ortamları ortadan kaldırmak lazım. (kimin eline silah verirsin? Tehdit altında olana verirsin. Kendisini koruması için. Ben tehdit istemiyorum)

a.okul


AMA YARA ALMIŞ VE PARÇALANMIŞ BİR RUHUN PROTEZİ YOKTUR...


Kopmuş kollar ve bacaklar görür çoğu insan. Çoğunu biz tanımayız. Kimi sıradan başlayan günün trajik sonudur. Kimi trajik savaşların sıradan sonucudur. Çoğu görür bunu. Kopmuş kollar ve bacaklar. Ve her birinin protezi vardır. 
Ama yara almış ve parçalanmış bir ruhun protezi yoktur. 

Soruların iki cevabı vardır. Ve yol ayrımlarının seçenekleri ama en doğru olan hep en zor olandır. Yanlışı yapmak hep çok kolaydır çünkü.

a.okul


10 Mart 2012 Cumartesi

KAÇ KELİME...


Zaman
Kimine cömert kimine cimri davranırken
Senin hayatın zamanın neresinde
Yelkovon ne hızla dönüyor saatinde
Ve sen zamanının her saniyesinde ne yapıyorusn
Hayatın kıyısındamısın
Yoksa
Hayat
Senmisin

Bir ırmak  kenarında toprağa çakılmış bir taş parçasımı
Yoksa akıp giden bir ırmakmısın okyanuslara açılan
Seyircimisin oyuncumu
Yazarmısın yaşarmısın
Hayatı benden mi öğrenirsin
Kendinmi öğrenirsin ısrarla yanıla yanıla

 Hayat benim yazdıklarım değil
Aşkta senin tanımınla benim yaşadığım değil
Her olgunun anlamı senin yaşadıklarınla sınırlı
Aşka anlam katan senin hissettiklerin
Tıpkı hayatı yaşamış olmaktan çok daha fazlası olduğunu bilmek gibi
Kelimeler ardı arkasına bulunmuş sözlüklere sıkıştırılmış
Binlerce olsa ne yazar
Sen hayatı kaç kelimeyle algılıyosun
Söylesene bana
Hayat senin için kaç kelime
Sözlüğün kaç kelime....


a.okul




9 Mart 2012 Cuma

CESUR SANATÇI FRİDA KAHLO...


Hayatım boyunca
22 cerrahi müdahele geçirdim
Gerçek bir bilimadamı ve kendisi de hastayken
hastalarının hayatını kurtardığı için kahraman olarak gördüğüm
Doktor Juanito Farill
İlk hastalığım, altı yaşındayken geçirdiğim çocuk felci
1926 - otobüs kazası
Alex ile1950-51
Bir yıldır hastayım.
Omurgamdan yedi operasyon geçirdim.
Doktor Farill beni kurtardı.
Beni hayatın neşesine kazandırdı.
Hâlâ tekerlekli sandalyedeyim
ve yakında yeniden yürüyebilecek miyim bilmiyorum
Alçıdan bir korsem var
inanılmaz bir başbelası olsa da,
omurgama yardımcı oluyor
Hiç acı hissetmiyorum.
Sadece şu…
inanılmaz bir yorgunluk ve
doğal olarak bazen de ümitsizlik. Hiçbir kelimenin tarif edemediği bir ümitsizlik.
Hâlâ yaşamaya hevesliyim.
Yeniden resim yapmaya başladım.
Doktor Farill’e vermek için bütün sevgimle
üstünde çalıştığım küçük bir resim.
Resim yapmamla ilgili rahatsızım.

1953 mayısının yedisinde
kayrak taşlarının üstüne düşünce
kıçıma bir iğne sapladılar (köpeğin kıçı)
Beni hemen bir ambulansla hastaneye getirdiler.
Evden British Hastanesi’ne kadar bütün yolda
acı içinde bağırdım - film çektiler -
birkaç tane ve iğne taktılar
bugünlerden birinde mıknatısla çıkartacaklarmış
hayatımın aşkı Diego’m sağolsun
doktorlar sağolsun Farill - Glusker - Parres ve doktor Enrique Palomera
Sanchez Palomera
doktorlar sağolsun
Hemşilere de teşekkürler, sedye taşıyıcılarından,
temizlikçi kadınlara ve British Hastanesi’ndeki hizmetkârlara kadar
Doktor Vargas’a, Navarro’ya, Doktor Polo’ya
ve benim dayanma gücüme teşekkürler
Umarım ayrılmak eğlencelidir - ve umarım
bir daha dönmem -

frida kahlo

"Benim zamanımda otobüsler hiç de güvenilir değildi; henüz yeni kullanıma girmişlerdi ve pek rağbet görüyorlardı. Tramvaylar boşalmışlardı. Alejandro Gomez Arias'la otobüse bindim... Kısa bir zaman sonra otobüs ile Xochimilo hattının treni çarpıştı. Tuhaf bir çarpışmaydı bu; şiddetli değil, ağır ve yavaştı, herkesi sarstı. Beni daha da çok sarstı. Önce başka bir otobüse binmiştik. Ama küçük şemsiyemi unuttuğumu görünce, aramak için indik, beni harabe eden otobüse böylece bindik. Kaza bir kavşakta oldu... İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden bir tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni deldi geçti"

Ambulans gelip de Kızıl Haç hastanesine götürüldüğünde, omurgasının, bel bölgesinde üç noktadan kırıldığı, köprücük kemiği ile üçüncü ve dördüncü kaburgalarının da kırık olduğu ortaya çıktı. Frida'nın sağ bacağı on bir yerden kırılmış ve ezilmiş, sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kırılmıştı. Çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmıştı ve doktorlar yaşayabileceğinden bile şüpheliydi. Onu parça parça bir araya getirmeleri gerekiyordu. Hastaneden tam bir ay sonra, 17 Ekim 1925'te taburcu edilen Frida'nın aylarca yatalak olabileceği düşünülüyordu. Çok büyük acılar çekmesine rağmen bunu yansıtmayan Frida'nın hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçiyordu. Omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acı vardı. 32 kez ameliyat edilen Frida'nın, 1954’te çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı kangren yüzünden kesilecekti..... Fotoğrafçı olan babasının işleri ise gün geçtikçe kötüleşiyordu. Frida'nın bakım masraflarını karşılamakta zorluk çeken babası çareyi evin değerli eşyalarını satmakta bulmuştu. Sadece tutkuyla bağlı olduğu piyanosu ve kitapları kalmıştı ve bu dönemde bay Kahlo'nun sara krizleri de sıklaşmıştı.

Tüm gününü yatakta geçiren kızı için kendi elleriyle şık bir karyola yapan bay Kahlo, Frida'yı hayata bağlamak için elinden geleni yapıyordu. Annesi Mathilde ise Frida'nın kendini izleyebilmesi için tavana bir ayna asmıştı. Ancak parçalanmış bedeni ve kendisiyle karşı karşıya kalınca dehşet içinde ilk tepkisini veren Frida, aynadaki kişiyi resmetmeye başladı. Ağrılarıyla başa çıkmak için sürekli olarak resim yapmaya başlayan Frida, ilk portresini ilk aşkı Alejandro'ya armağan etti. Ancak ilişkileri sona ermişti. Ailesinin teşvikiyle resim yapmaya başlayan Frida birçok oto portre resmetti. Artık iyileşmeye başlamıştı, resim onun için büyük bir motivasyon olmuştu. 1927 yılı sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve politika çevreleri ile yakın ilişkiler kurmaya başladı. Küba'lı önder Julio Antonio Mella ve fotoğraf sanatçısı Tina Modotti bu isimlerden ikisiydi. Birlikte davetlere gidiyor, sosyalistlerin tartışmalarına katılıyorlardı ve Kahlo, 1929’da Meksika Komünist Partisi'ne üye oldu.

Resim çalışmalarına devam eden Kahlo, eserlerini takip ettiği ve Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yla da tanışmak istiyordu. Rivera'nın kendi resimleriyle ilgili fikrini merak eden Frida, ünlü ressamı ziyaret ettiğinde ona aşık oldu ve iki sanatçı, 21 Ağustos 1929’da dünya evine girdi. Bu evlilikle ilgili olarak Frida günlüğüne şunları yazmıştı:

                              
Diego'ya aşık oldum, ailem bundan hiç hoşlanmadı, çünkü Diego bir komünistti ve bizimkiler onu çok çok çok şişman Breughel'e benzetiyordu. Bunun bir fille beyaz güvercinin evlenmesini andırdığını söylüyorlardı. Her şeye rağmen 21 Ağustos 1929'da evlendik. Diego'ya; 'Kızımın hasta olduğunu ve yaşamı boyunca sağlık sorunları olacağını unutmayın. Akıllıdır ama güzel değildir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Her şeye rağmen onunla evlenmek istiyorsanız, rıza gösteriyorum'diyen babam dışında düğüne kimse gelmedi.
Evliliklerinin ilk yılında Frida hamile kalmasına rağmen Rivera'yla yaşadığı sorunlar nedeniyle bebeği aldırdı. 1930 yılında Amerika'ya giden çift, Rivera'nın aldığı duvar resmi siparişleri bitene kadar orada yaşayacaklardı. Ard arda 2 düşük yapan Frida, Rivera'nın başka ilişkileri olduğunu da öğrendi ve çift oldukça fırtınalı geçen evliliklerini 1939 yılında sonlandırdılar. Ancak bir sene sonra, 1940'da yeniden evlenip Frida'nın çocukluğunun geçtiği Mavi Ev'e yerleştiler. Bu dönemde Kahlo sürrealist resmin öncü isimlerinden dostu Andre Breton’un da desteğiyle New York’ta bir sergi açtı ve resimlerinin yarısının satıldığı bu sergide ünlü aktör Edward G. Robinson, Kahlo'nun dört tablosunu satın aldı. Bu sergiyle uluslararası bir ün kazanan Frida, 1939'da Paris'te bir sergi açtı. Picasso ve Kandinsky gibi sanatçıların büyük ilgi gösterdiği sergide; Louvre Müzesi, sanatçının Çerçeve adlı tablosunu satın aldı.

Frida'nın evliliği süresince başka erkeklerle ilişkileri oldu. Rus devriminin önde gelen isimlerinden Lev Troçki ile birlikte olan Frida, Troçki'nin eşinin bu ilişkiyi farketmesi üzerine bu birlikteliği sonlandırmıştı. Troçki’ye düzenlenen suikastın ardından ressam Siqueiros’un arkadaşı olması nedeniyle sorgulanan Frida, Meksika’dan ayrılarak San Fransisco’da bulunan eski eşi Rivera’nın yanına gitmişti. Frida için yaşadıkları tüm sorunlara rağmen Diego'nun anlamı büyüktü, kocasıyla ilgili olarak şunları yazmıştı:

                              
Başlangıç Diego ... Yapıcı Diego ... Çocuğum Diego..Ressam Diego ... Babam Diego ... Oğlum Diego...Sevgilim Diego ... Kocam Diego... Dostum Diego ... Anam Diego... Ben Diego...Evren Diego
Sağlığı sık sık bozulan Frida, bütün gücüyle resim yapıyor, eserlerinin gördüğü ilgi onu çok heyecanlandırıyordu. Ancak çocuğu olmadığı için üzülen sanatçı evcil hayvan besliyordu. 1941'de "Ben ve Papağanlarım" ve 1953'te "Maymunlarla Otoportre" isimli çalışmalarına imza atan sanatçı, aynı yıl 'La Esmeralda' adlı bir sanat okulunda öğretim üyeliğine başladı. Sağlık durumu kötüleşmesine rağmen ders vermeyi sürdüren Frida, 1950 senesinde daha önce olduğu ameliyatlar nedeniyle dokuz ay hastanede yatmak zorunda kaldı. Frida ülkesi Meksika'daki ilk kişisel sergisini ise 1953 senesinde açtı. Aynı yılın temmuz ayında sağ bacağı kesilen Frida'nın başarılarla ve acılarla dolu yaşamı, akciğer ambolisi nedeniyle 13 Temmuz 1954'te sona erdi. Sanatçının ölmeden önce tamamladığı son eser ise "Yaşasın Hayat" isimli natürmort çalışmaydı.

8 Mart 2012 Perşembe

LEONARDO'NUN YAHUDA'SI - ve Hz İsa dedi ki " doğrusu size derim benimle birlikte yemekte olan sizlerden biri beni ele verecektir"

Leonardo Da Vinci- Son Akşam Yemeği


   Leonardo da Vinci'nin Son Akşam Yemeği adlı tablosu garip bir şekilde çok sayıda hikayelerle ve farklı anlamlar yüklenerek hep popülerliğini korumuştur. Eserin güzelliğinin ölçüsü yaratıcısının dehasıyla boy ölçüşebilir. Sanata uzak çoğu insan " bu resimde enteresan olan nedir " soruları sorabilir. Eseri sanat eseri yapan şey zamansızlığıdır yani bir döneme hitap etmez sadece. Ve aynı zamanda yapıldığı dönemin özellikleri siyasi ve dini unsurların algılanışı çok önemli.

"tutku" filminden
     Hristiyanlık dinine uzak olmamız çok normal. Ama bu sahneyi çoğumuz biliriz. Bilmeyenler için ben kısaca anlatayım. Hz İsa kendisine peygamberlik vahiy olduğunda bunu çevresindekilere söyledi. Her peygamber gibi hemen ona inanıp çabuk kabullenmediler. Hatta onun kendini kral olarak ilan ettiğini söyleyerek suçladılar. Ki İsa'nın bazı resimlerinde bulunan başındaki dikenli tacı da yakalandıktan sonra onunla alay etmek için başına geçirdikleri taçla anlatır.
    "Halkı isyana teşvik etmek" suçuyla, Yahudi din adamlarının teşviki ve Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinin valisi Pontius Pilatus'un emri ile her yerde arandı. Hz İsa 12 havarisiyle birlikte tüm bu baskı ve aramalardan saklanmış ve Hristiyanlığı bu şekilde yaymaya çalışmışlardır. Hz İsa'nın son gecesi aziz markusun inciline göre bu akşam yemeği yukarı katta döşenmiş ve hazırlanmış büyük bir masada yenmiştir. Ve sofrada oturup yerlerken  Hz İsa dedi ki " doğrusu size derim benimle birlikte yemekte olan sizlerden biri beni ele verecektir" Onlarda kederlenmeye ve birer birer ona "ben miyim" diye sormaya başladı. İsa'da onlara şöyle cevap verdi: “benimle aynı yemeği bölüşen 12 lerden biri". Yemek yerlerken İsa ekmeği aldı, şükran duası edip böldü ve onlara verirken şöyle dedi " alın yiyin bu benim bedenimdir"

    Sanat tarihi okursanız bir şey fark edersiniz sanatı öğrenirken din tarihini de öğrenirsiniz. Ben bunlarla ilgili araştırma yaparken farkında olmadan çok şey öğrendim. Ama şunu da belirtmeliyim. Müslüman biri olarak Hz İsa nın peygamber olduğuna inanmak imanımızın şartlarından biridir. O gecenin devamına gelince Hz İsa valinin askerleri tarafından yakalanır ve o gece çarmıha gerilir.
       Her neyse olay anlaşıldı sanırım. gel gelim defalarca resmedilmiş olan son akşam yemeği konusunun Leonardo da Vinci'nin kompozisyonuyla nasıl bu kadar etkileyici olduğunu. Kısaca söylemek gerekirse Da Vinci'nin Şifresi'nde anlatılan bir öykünün olduğuna inanmıyorum. Resmi olağanüstü yapan şey yukarıda bahsettiğim olayın tüm sürecini başlangıcından bitişine kadar tek bir karede bir film gibi yansıtması. Yani resim tek bir anı resmetmiyor.

(soldan sağa) yahuda-peter- john
   Yahuda ya gelince resimde soldan dördüncü sırada oturan yüzünün yarısı görünen figür. Leonardo ilk eskizlerinde yahuda yı masanın karşısında tek başına çalışmışken son halinde tekrar diğerleriyle aynı sıraya yer vermiş. Yahuda'yı, İsa'yı çok seven havarilerinden peter (petrus) ve isanın çok sevdiği john (yohanna) la aynı gruba yerleştirmekle ihaneti sevginin ve yakınlığın bir başka boyutu olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda Yahudanın resimdeki konumu ve olaydaki yorumuyla ilişkili olarak çok hikayeler gezer. Yahuda'ya yüklenen farklı hikayeler içinde benim en çok beğendiğim Leo Perutz un Da Vinci'nin Yahuda'sı isimli kitabında bahsedilen hikaye. bunu sizlerle paylaşmak istedim.

     Leonardo da Vinci, Santa Maria delle Grazie Manastırının yemekhanesinin duvarına ünlü, "Son Akşam Yemeği" resmini yapmaktadır. Fakat bu resim bir türlü bitmemektedir. Çünkü Lenardo, resimde İsa'ya ihanet eden on iki havarisinden Yahuda İskaryot'a bir yüz aramaktadır. O'na göre Yahuda'ya yüzünü verecek olan "Milano'daki en kötü insan" olmalıdır. Bu en kötü adamı bulmak o kadar kolay olmaz. Resmi yaptıran Dük, bir an önce eserin tamamlanmasını ister. Leonardo gecikmenin nedeninin Dük'e şöyle anlatır: "Ben Milano'daki en kötü adamı bulmak istiyorum. Yahuda'ya yüz hatlarını vermek için peşindeyim onun. Gece gündüz onu arıyorum."

       Yuhanna'nın inciline göre Yahuda İskaryot, İsa peygamberin on iki havarisinden biridir, isa peygamberi, Yahudi rahiplerin emrindeki Romalı askerlere ihbar etmiş ve bunun karşılığında otuz Roma dinarı almıştır. İsa peygamber çarmıha gerildikten sonra ise, ihanet etmenin ağırlığına dayanamamış ve intihar etmiştir.
     Üstat Leonardo'nun eserinde, masa başında oturanlardan biri Yahuda'dır ve yüzü belli değildir. Uzun aramalardan sonunda aradığı Yahuda'ya yüzünü verecek kötü adamı bulur Leonardo. Bu kişi ne bir kumarbaz, ne üçkağıtçı ne de katildir. Joachim Behaim adlı yakışıklı bir Alman tacirdir.  Behaim, Yahuda'ya yüzünü verdiğini de eserin bitiminden iki yıl sonra öğrenir. Üstat Leonardo'nun dünyanın en kötü adamı olarak seçtiği bu yakışıklı tacirin, en büyük günahı romanda şu diyalogla aktarılır okuyucuya: "Sen sırrı ve Yahuda'nın günahını biliyor musun? Onun İsa'ya neden ihanet ettiğini biliyor musun" diye sordu Üstat Leonardo.

    "İsa'ya onu sevdiğini anladığı için ihanet etti" diye cevap verdi delikanlı. "Onu çok sevmek zorunda kalacağını önceden gördü ve kibri buna izin vermedi." "Evet Yahuda'nın günahı, kendisine ihanet edecek kadar kibirli olmasıydı" dedi Üstat Leonardo.

    Kötü her zaman çirkinin  yüzünde değildir. Kötü bazen en güzel haliylede gelir. Ve bazende güzel (veya iyi diyelim) kibirinin tuzağına düşer egosu izin vermez güzele gerçek değeri vermeye. Hangi hikaye ne kadar doğrudur bilemem ama bu kibiri hepimiz bir yerlerden tanıyoruz sanırım ne dersiniz...

a. okul