Bu videoyu yaklaşık bir yıl önce izlemiştim. Ve bu yazıyı yazdığımda aklıma ilk gelen şey bu videoyu paylaşmak oldu. Ama ne yazık ki nette bu paylaşımı bulmak kolay olmadı. İçeriği bilmeme rağmen adını bilmediğim bu videoyu nasıl bulduğuma inanamazsınız. Tüm bu gayretime değdiğini düşünerek ısrarla izlemenizi istiyorum.
Bu gün enteresan bir gündü.
Düşüncelerimi aynı noktaya odaklayan, tüm yollar Paris'e çıkar gibisinden bir
gündü işte. Bir eğitimci olarak son günlerimiz 4+4+4 sisteminin tartışmaları
içerisinde geçiyor. Herkesin bu konu hakkında bir fikri var. Ve enteresandır
öğretmenler hariç herkes fikrini açık yüreklilikle söylüyor.
Her neyse bu gün anaokuluna giden
kızımı okula götürdüm. Öğretmeni bir katalog için fotoğraf çekeceğini kitaplık
önünde poz vermemi istedi. Ayakkabıları çıkarıp kitaplığa gittim, açtım dolabı
elime bir kitap aldım. İşin aslı poz vermek isterken ilgimi çeken bir kitap
buldum. Richard Lauv’un “Doğadaki Son Çocuk” isimli kitabıydı. İşin aslı çok
kalın kitapları okumakta zorlanıyorum. İlgim çok çabuk dağılıyor.. neyse..
kitap insan oğlunun doğadan koptukça zekasının yeteneklerinin ve
yaratıcılıklarının azaldığı üzerine ve buna karşılık Amerika’da başlatılan
anaokullarının botanik bahçeleri ve metropol grisini ikiye bölen büyük yeşil riverside parkında oluşturulan doğal yaşamdan bahsediyor. Sonrasında da eğitim sistemimizde uyguladığımız bizim yerimize
düşünen düşünürlerin ortaya attığı eğitim kuramları ve Gardner’ın 1983 yılında
geliştirdiği çoklu zekâ kuramı ki bunu eğitimciler daha yakinen bilirler. Bir
çoğunuzda duymuştur hani -dil zekası - mantık, matematik zekası - mekan zekası
- beden hareket zekası - müzik zekası- ilişki zekası ve içgörü zekâsından
oluşan 7 zeka tipi. Gardner buna karşılık geleneksel IQ testlerinin yeterli
olmadığını da iddia ediyordu. Kısacası 8. zekâ tipi olarak doğa zekâsını
ekledi. Buna kaç kişi şaşırdı bilmiyorum. Ben şaşırmadım. Yani bu zamanla 10 -
20- 30 da olabilir bir süre sonra bence saymaktan vazgeçerler. Yaşım itibarıyla
görebiliriyim bilmiyorum ama bir gün insan zekâsının sınırları olmadığını fark
edip böyle 7- 8 kalıp içine sıkıştırılamayacağını anlayacaklar. Doğadan
beslenen bilim, laboratuvarına girince neden doğaya yabancılaşır. Doğanın bir
parçası olan insanoğluna hizmet eden tıp niçin alternatif tıbbı yok sayar.
Kaldı ki insanoğlu için (modern tıp olarak isimlendirilen) tıp alternatif
olmalıyken… Matematikte iyi olan niçin dünyanın merkezini matematik sanır. Ve
son zamanlarda mantar gibi çoğalan matematik öğretmek için enteresan kurslar
kim için niçin açılır. Sanat ve yaratıcılık ne işe yarar. İnsan nerden
beslenir. Sayısal zekânın 1800 lü yıllardaki sanayii devriminin getirdiği bir
ihtiyaçla reyting yapması bu teknolojinin hızla ilerlemesi yani arzın çok
olması onu gerçekten değerlimi yapar.
Çağ değişiyor. Bilgisayar kullanan,
klavye başında olmadık işler başaranlar değil; yaşamın içinde ayakta kalabilen
parmakla gösterilmeye başlanırken, gelişmiş ülkeler ilköğretimde sadece merak
eden araştıran doğayı inceleyen çocuklar yetiştirmeye çalışırken, Türkiye’de
önemli kolejler artık bünyelerinde yaratıcılığı geliştiren dersler ve
aktiviteler eklerken nasıl bir bünye hala fizik kimya matematik iyi olsun
gerisini seçmeli yapsınlar der.(kim diyor diye sormayın! Hemen herkes) Ben
kendimce cevap vereyim. 3. dünya ülkeleri böyle bir cevap verir. Takip etmekten
kurtulmayan bir zihniyet toplama işlemini kafadan yapmanın bir meziyet olduğunu
sanan zavallılar. Formül ezberlemek ne kadar heyecan verici olabilir ki. Yani
neyden daha kıymetli.
İnsan DNA sının sırrı çözüldü
denirken sadece % 5 inin çözüldüğünü biliyor musunuz? Siz ilk insan yaratıldığı
andan itibaren atalarınızın tüm özelliklerini o DNA’nızda taşıdığınızı biliyor
musunuz? Nasıl oluyor da resme müziğe matematiğe yeteneğiniz olamıyor. Olsa
olsa doğru yöntem uygulanmamıştır o kadar. Herkes her şeyi yapar. Tıpkı son
günlerde büyük zevkle izlediğim survivor programında olduğu gibi. Teknolojinin
içinde yaşayan sosyal insan nasılda ilkel insan yaşamına uyum sağlıyor. Ağlıyor
bunalıma giriyor. Ama alışıyor. Kimsede “ay ben onu yemem” falan demiyor.
Avlanıyor, saatsiz zamansız tamamen biyolojik isteklerinin peşinde nasılda
ilkel yaşıyor. Tıpkı avcı ataları gibi hemen hatırlıyor avlanmayı ısınmayı
barınmayı korunmayı...
İnsanoğlu bir sır. Yaşamda öyle. Kuramlara
kurallara sıkıştırmak yaratılmışların birini diğerine üstün tutmak ancak insana
yakışır bir ayıp olabilir zaten. Gün batımları
niçin bu kadar güzel, çiçekler niçin böylesine rengarenk, toprak niçin böyle
kokar, ve varlığının nedenini bilmediğimiz yıldızlar niçin bu kadar ışıl ışıl
ve yine niçin kuşlar bu kadar güzel öter, su şırıltısı niçin böylesine
dinlendirici, ve insan.... nasıl 6 kemiğin üstünde dik durabiliyor. Yüce Rabbim
en mükemmel matematikçi fizikçi ressam müzisyen.... ve daha birçoğu. Her biri
diğeri kadar kıymetli. Eğitim 4+4+4 mü olur başka türlümü bilemem ama yaklaşım
ve zihniyet evrensel olmalı. Meraklı, iyi zevk sahibi, yaşadığı çevreyi koruyan,
geçmişine saygı duyan, geleceğine ümitle bakan gençler yetiştirmeliyiz.
a.okul