26 Ocak 2013 Cumartesi

GÜZEL ŞEYLER:))



Bu gün hakkında bir şeyler yazmalıyım. Bugünü tanımla deseniz hem çok güzel duygular yaşadım hem de çok sinir bozucu durumlar. Ama güzel duyguların büyüsünü bozmamak adına önce sinir bozucu şeylerden kısaca bahsedeyim:)
Kısa bir süre önce tayinim güzel sanatlar lisesine çıktı ki plansız, çabuk ama iyi bir karardı. En azından şu anda öyle düşünüyorum. Ama sürece gelince…bu gün okulumdan ilişik kesip yeni okulumda göreve başlamam gerekiyordu. İşte sıkıntılı kısım tam burasıydı.
Bu tür yorumlar pek yapmam aslında . Her ne kadar kendimle alakalı şeyler yazsam da çerçevesi belli konular üzerine yazarım. Ama bu defa farklı bir şey yazacağım.
Durmadan öğretmenler çalışmıyor yok yatıyor yok 3 ay tatilleri var. Şusu var busu var… İnanın bıktırdı artık. Bu gün şunu fark ettim ki siyasetçiler öğretmenlerin performansını değerlendireceğine, kaç saat çalışıyor diye kronometre tutacağına bu devlet kurumlarında en üstünden en altına kadar çalışanlarını kamerayla seyretsin, bilgisayarlarını genel bir merkezden takip etsin, telefon konuşmalarını dinlesin bakalım kim ne kadar çalışıyor görelim. Benim dersime 5 dakika geç kaldığımda bunu dünyanın en kötü şeyini yapmışım gibi kızan bağıran soruşturma açan hatta “sen bu dersten para kazanıyorsun nasıl geç kalırsın dersine… hakka giriyorsun” diyenler… evet evet bizzat bu sözleri sarf edenler bazen de öğrencimizin velisi olan masa başı  memurları okula gelince sorumluluktan bahsetmiyor mu çıldırıyorum.
Ben ateş böceği gibi bir öğretmenim. Dersimin dakkasını kullanırım. Benim bir günde 5 saat dersim varsa emin olun o 5 saat tam performanstır. Ama bu devlet dairelerinde çalışan, çaylar gelip kahveler giden küçük bir imza işini bir saatte yapan kişiler iddia ediyorum günde 2 saat çalışmıyordur. Ben öğrencilerimle aynı teneffüs süresinde tuvalete giderim. Benim okulda karnım ağrıyamaz, benim telefonum gelemez, benim ziyaretçim olamaz, ben 10 dk içinde çayımı içmeliyim. Öyle uzun uzun sohbetler edemem mesai arkadaşlarımla. Öğrenci velim geldiğinde o dinlenmem, çay içmem yahut derse hazırlanmam gereken 10 dk da görüşmemi yaparım. Çünkü veli yüzünden derse geç kalma lüksümde yoktur. Öğlen yemek yerken de velimle o arada görüşmeliyim. Ders saatinde dışarı çıkamam. Yani ben haftada 23 saat derse girerken tam performans 23 saat çalışırım. Haftanın geri kalan belki 60 saatinde de o dersin yok yazılısı yok hazırlığı falan filan işte uğraşır dururum. Kurban oluyum gidinde o mülevez memurlarınıza devlet kenesi gibi yaşayanlara bakın.
Gelelim güzel kısmınaJ)))))bu gün 12 yıldır çalıştığım lisemden ayrıldım. Yıllar içinde çok arkadaşla çalıştım. Çok gelen giden oldu. Çok güzel dostluklarda kurdum tabi. Ama kızdığımda oldu kırıldığımda. Gelenleri gördüğüm gibi gidenleri de izledim. Ama bu gün yaratılan ortam çoğuna nasip olmamış bir ortamdı. Anladım ki yıllar içerisinde beni kardeşleri bacısı gibi görmüş erkek arkadaşlarım, çok şeyler paylaştığım bayan arkadaşlarım olmuş. Kim düşündü kim yaptı bilmiyorum ama çok mutlu oldum. Güzel bir plaket sundular. Sevgili arkadaşım neşe…sarıldığında hissettiğim duygu gözyaşlarına karışınca hüzünlendim. Sonra sevindim “demek ki…” dedim “sevdirmişim kendimi”. Bu ne kadar güzel bir duygu. Ve bende diliyorum ki Allahtan Allah’ta, bana yaşattıkları bu güzel duyguyu onlara yaşatsın. Allah hepsinden razı olsun. 

(bu yazıyı dün yazmıştım ama bun gün ekleyebiliyorum. ayrıca fotoğrafları alırsamda eklerim)

23 Ocak 2013 Çarşamba

"SEVEREK AYRILALIM" KLASİĞİ



Sevmek nelere kadir…sevgi nelerin üstesinden gelir…yahut çok şeyi yapmak için sevgi yeter mi?

Yakın zamanda çevremdeki birkaç çiftin sorunlarına şöyle bir zoom yaptım. Hani pek hoşlanmam aslında insanların sorunlarına burnumu sokmaktan. Ama tamamen hayatı anlamlandırmak adına bu hikâyeleri dinlemekte isterim. Çünkü hayata dair yaptığım tespitlerin bazılarını bizzat yaşayarak değil bu hikâyelerin benzerliklerini sıkça görerek edindim.(iyi bir evliliğimin olmasında bu izlenimlerden öğrendiklerimin çok etkisi oldu)

İster evli olsun isterse yıllar süren bir ilişki her iki birliktelikte de sevgi bunun neresinde… ama ısrarla aşktan bahsetmiyorum. Çünkü aşkın enerjisinin çok daha farklı, yaptırımının çok daha etkili olduğunu düşünüyorum.

Bir ilişkinin başlaması için sevgi iyi bir yapı taşı. Yani bunun üzerine inşa edilen bir ilişki uzun süre dayanıklı olabildiği gibi iki insanın ayrılmasını da epey bir süre engelleyebiliyor. Ama bununla birlikte sevgiyle kurulmuş bir ilişkide mantık biraz saf dışı kaldığı için kişiler doğal, biraz savruk, fazlasıyla hoşgörülü ve anlaşmaya, ortayı bulmaya ısrarcı oldukları için iyi bir misyonu varmış gibi görünüyor. Hâlbuki sevgi insanı doğal yaparken karşısındakine karşı biraz da vurdumduymaz da yapabiliyor. Sevginin o hırçın rüzgârını sevip kendini onun esintisine bırakan kişi içinden her geçeni paylaştıkça, davrandıkça ve karşıdaki de sevginin yarattığı aşırı hoşgörü sınırlarını zorladıkça bir süre sonra farkında olmadan ilişkiyi yıprattıklarını aslında derinden incindiklerini göremez oluyorlar. Sevdikleri için birbirilerini mütemadiyen affeden çiftler sahip oldukları kıymetli birlikteliği egoistçe sahiplenip ilişkinin sadece kendisini mutlu etmek için var olduğu düşüncesiyle karşısındakine doğal, bir yerde de ilkel benliğiyle davranmış oluyor.

Sanıyorum insanlar ilişkilerini bu noktada çatlatıyor. Temel; bu düşünce egoizmiyle sarsılıyor. “Karşıdaki ben ne yaparsam yapayım o beni seviyor” gözüyle baktıkça, biri dur duraksız affetmeye çalıştıkça bu ilişkinin terazisi bozuluyor. Birbirlerini çok seven insanlar bir bakıyorsunuz gözleri yaşlı ayrılıvermişler. Soruyorum “seviyormusun?” - Evet diyor “ çok seviyorum. Ama ilişkimiz çok yıprandı. İlişkide sevgi var ama ilişkiyi yürütecek tahammül kalmadı” evet çok basit ama çok net bir analiz. Sevdiğimiz insana körü körüne bağlanabilir miyiz? Yaşadığımız yüzyıl birine körkütük âşık olabilmeyi sağlayan antiegozmi 8bunu ben uydurdum pek afilli oldu)  yaşatabiliyor mu bizde. Elbette ki hayır. Kimseye de kızmayın sakın. Yani “vay niçin körü körüne sevemiyor” diye. Olmuyor işte. Tıpkı bedenimizdeki kanseri yaratan gdo lu besinler gibi ruhumuzun da genetiğini bozan bir düşünce sistemi var. Kendinizi bunun dışında tutamazsınız. İnsanlar haddinden fazla narsist olmuşsa, (bahsettiğim insanlar sizin dışınızda kalanlar değil. Hepimiz öyleyiz. Eleştirilmeye kim açık ki Allah aşkına. Hepimiz övülmek, yüceltilmek sınırsızca sevilmek istiyoruz. Ama iş vermeye gelince sevgimizi sunmakta oldukça cimriyiz).farklı bir sonuç beklememiz fazla iyimser olur.

Böyle değişime uğramış insanların doğal davranarak sevginin akışına bırakarak bir ilişki yürütmesi imkânsız. İlişki yürütmek bir sistemin parçasıdır. Zekâ ister. Bir adım sonrasını düşünebilmeyi ister. Ve sen dur duraksız savrukça kırdığın insanı sonra seviyorum seni diyerek kazanamazsınız. (Bu sözü biri söylemişti kim hatırlamıyorum ama…) seviyorum demek bir hipotezdir. Ve hipotezler ispat ister. Yani söylemek yeterli değildir. Bunu davranışlarla onaylatmak gerekir.  

 O zaman bakıyoruz ki neymiş sevince her şey güllük gülistanlık olmuyormuş. İki çıplak bir hamam muhabbeti de yok yani. Gönüller bir olunca falanda bir numara yok. İlişki yürütmek gelenekçi mantıkta göz göze diz dize bakışmakla olmuyor. Karşılıklı fedakârlıkla oluyor. Karşındaki insanın değer verdiği şeylere değer vererek oluyor. Bak bunu da söylemeden geçemeyeceğim yani. Bir arkadaşım vardı resim öğretmeni çokta başarılıydı. Eşi de uzman doktordu. Eşi onun branşını çok aşağılardı. İnsanlar bunu yaparken zannediyorlar ki o kişinin şahsına bir eleştiri değil; hâlbuki ben benim sevdiğim şeyleri seven değil, sevdiğim şeylere saygı duyan beni anlayan ve hoşgörülü olan ona anlamsız gelse de benim hedeflerime destek olan birini isterim. Sonuç olarak arkadaşım eşinden ayrıldı. Kendilerini vazgeçilmez sanan insanlar egoizmleriyle bir insanı kendilerinden soğuturken bazen kendi yaşamlarını da bozduklarının ayırdını yapamıyorlar. İlişki bir kişinin ilişkisi değildir. Bir ayrılık varsa iki mağdur vardır. En kötü ilişki bile ayrılık sürecinde insanları yıpratır.

Neymiş canımmm; böyle ağzına geleni sayıp sonra öpüm geçsin olmuyor. Kafanı kullanacaksın. Sevdiğini bir ömür yanında istiyorsan fedakarlık yapacaksın. Öyle hayt huyt konuşmayacaksın. Eşin sana şunu yapma diyorsa ya onu ikna edeceksin fikrinin yanlış olduğuna ya da yapmayacaksın. Zorla kimseye bir şey benimsetemezsin. 

Öpüyorum canlarım. Sevgiyle sevginizle sevgilinizle kalın istediğiniz sürece….


16 Ocak 2013 Çarşamba

YAŞASIN ÖZGÜRÜZZZZ...




Bu  konu hakkında bir şeyler söylemezsem çatlardım herhalde. Okullarda öğrencilerimiz sivil kıyafete geçtiler. Çok garip ama şükür bunun uzun uzun karın ağrıları olmadı. Yani yok olsun mu olmasın mı gibi her kafadan çıkan sesler fazla dinlenmedi ve gerçek doğru olan yapıldı. Artık öğrencilerimiz kıyafet konusunda özgürler. Yaşasınnnnn!!!

sevgili öğerncim elif; bu konuya uygun kendine ait tarzı olan örnek bir fotoğraf ararken hiç düşünmeden senin fotoğrafını ekledim:) dilerim müsade edersin:)
Elbette bunun çook muhalifleri çıktı. Bir öğretmen olarak şahsen memnunum. İşin sıkıntılı kısmı şu ki okula giren çıkan anlaşılmıyor artık. Yani okuldaki 500 öğrenciyi bizzat tanımamız lazım. Yabancıların katlara çıkması halinde ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Dilerim milli eğitimin bu konuda da bir b planı vardır. Buna bir önlem alınmalı okula giriş çıkışlar ciddi kontrol altında olmalı. Onun dışında ben isteyenin istediği gibi giymesi taraftarıyım. İnsanlar bu konuda ikiye ayrıldılar. İsteyenler ve istemeyenler. İstemeyenlerde kendi aralarında üçe ayrıldılar bunlar;
1-Gelenekçi olup, baskıcı zihniyetten kurtulamayan kendini kontrol edemeyeceğinden korkan onu; birinin kontrol etmesi gerektiğine inanan yönetilme ve kontrol edilme heveslisi şaşkınlar…
 2-  Bunların derdi bambaşka onlar herkesin okula şortla geleceğini düşünen hatta ileri gidip şimdi açılıp saçılacaklar diyen, 18 yaşını tamamlamamış ailelerin gözetimi altında olan çocukların sanki sivil hayatlarında yarı çıplak geziyorlarmış gibi devlet eliyle usturuplu hale sokmaya çalışanlar…
  3-Bunlar tam evlere şenlik:) bunlar da genç kızların başlarını örtmesinden ödleri kopan, "şortla gelirler diyenlere"  "ne var genç tabi giysin" derken baş örtmelerine özenti olarak bakan yahut aile baskısı olarak algılayıp acıyanlar…



İsteyenlere gelince onların istediklerinin sadece özgürlük olduğu düşüncesindeyim.



Ya arkadaş kim nasıl istiyorsa öyle giyinsin. Biri örtsün biri açsın takılmayın bunlara. Herkes inandığı gibi yaşasın ve bizlerde insanların bu hallerine alışarak doğal karşılayalım ve kıyafetle insan ayrımı yapmaktan kurtulalım. Hayatımızın hangi döneminde sivil yaşıyoruz ki Allah aşkına. Öğrenciyken okula göre, çalışırken kurumuna göre giyiniyoruz. Hep birileri nasıl giyineceğimizi söylüyor.

İnsanoğlunun zorunlu ihtiyacı olan giyinmeyi biri size dikte ediyor. Bu ne acı bir durum.

(Şimdi oturup düşünmeyin bu kadın acaba başörtüsünden mi yana yoksa karşımı diye. Ben özgürlükten yanayım).



Gelelim şimdi memurların serbest kıyafet giymesine. Ya cidden çok gülüyorum. Sohbetlerde denk geliyorum, bazıları gerçekten panik halinde. Şimdi önüne gelen istediğini giyermiş. Ya kardeşim giysin ya bırak giysin.

Ben öğretmenim 17 yıldır bu ortamdayım biliyorum. Çok şık giyinen de oluyor, defileye çıkar gibi giyinen de ama inanın pazara gider gibi giyinende oluyor. Zaten peruklular tam bir muamma. Bazıları korkunç, bazıları ise siyah küt saçlarıyla tam vamp görünüyorlar. Örtülü olmalarını tercih ederim yani. Bence daha doğal olurlar.

Kendine iki beden büyük, küf yeşili ceketin içine lacivert kareli gömleği giyip, şal desenli kravatıyla geleni mi dersin, pazen eteği, kalın babaanne çorabı ve ayakkabısı öğrenci saçı ve ev  yeleğiyle oturmaya gelir gibi gelen mi dersin… ya zaten herkes saçmalamakta sınır tanımıyor. Kurallar çerçevesinde bile düzgün giyinmeyi beceremiyorlar işte. Çünkü bizim giyinme kültürümüz yok. Biz toplumca yaşadığımız kültüre uygun giyinmeyi bilmiyoruz. Çünkü biz kendimizi hiç dinlemedik. Ne istediğimizi hiç soramadık özümüze. Serbest bıraksalar ne giyerdik bilemedik. Hep birileri söyledi durdu. Sonra okul pikniklerinde mezuniyetlerde saçmalayan mahalle düğünlerinde abiye giyinen garip bir toplum olduk. Bilemedik işte.



Şimdi öğrencilerime hiç karışmıyorum. Bazen küçük yorumlar yapıyorum bunun yasak falan olduğundan değil yakışanı giymesi gerektiğinden bahsederek söylüyorum. Eskisinden daha etkili oluyor. İstiyorum ki zamanla nerde ne giyeceklerini kanıksasınlar. Bu giyinmeyi bilmeyen toplum bu kültürü edinsin. Okula gelirken okul kıyafetiyle, düğüne giderken düğün, pazara giderken de pazar kıyafetiyle gitsin. Bizim gerçekten bu terbiyeyi bu estetik kaygıyı öğrenmemiz ve bu sorunu aşmamız lazım.



Panik olan anne babalara küçük bir nasihatte bulunmak istiyorum. Siz çocuğunuzu iyi yetiştirdiyseniz, kendi inançlarınızı doğru aşıladıysanız, aile yapınıza uygun terbiyeyi verdiyseniz, sizi ve ailenizi ve hatta geçmişinizi tanıyor ve anlıyorsa, bunu hazmetmişse emin olun kıyafetle çocuğunuz dejenere olmaz. Bilakis ergenlikteki gençlerin kendilerini ifade edebildikleri en iyi yoldur özgün giyinmek. Eğer sorun yaşıyorsanız bilin ki devlette değil sizin anne ve babalığınızda bir eksiklik vardır:)

Özgürlük dolu nice aydınlık günlere: )))








6 Ocak 2013 Pazar

BEN,SEN,O,BİZ,SİZ,ONLAR,ŞUNLAR, BUNLAR,KİM, NİYE, NEYSEEE.

Aslında her gün o kadar çok söyleyecek şey buluyorum ki. Dahası aramıyorum elbette içimde pastırma kıvamında ezildiğini kuruduğunu kaldığını hissediyorum. ama ne bileyim işte...hiç bir düşüncem cümlelere tam anlamıyla yansımıyor...yansıyamıyor...anlatabildiğim anlarım aslında sıradan anlarım anlatamadıklarımı bir gün anlatabilsem zaten işte o zaman istediğim şey olacak belki.

Yaşıyorum... Yazdıklarım buna kanıt. var olduğumu hissetmek için yazıyorum bazen bunları. Ama bu aralar 12 yıl sonra bir günlük tutma isteği nüksetti içimde. Kapağı altın sarısı üzerinde kahverengi lekeleri olan, kalın, sarı yapraklı, çizgisiz bir defter arıyorum. Evet, nede olsa altın yaşımı yaşıyorum altın yaldızlı olmalı defterimde:)))

Evet, arada bir bakıyorum bloguma sağ olsunlar izleyenim var biliyorum. Kim olduğunuzu bilmesem de iyi ki varsınız deyiveriyorum. Sanki sessiz bir evin kapısını tıklatan komşular gibisiniz. İşte bu yüzden yazıyorum bunları. Siz arada bir uğrayıverin bana. Ama hep ben konuşmamayım sizde bir şeyler deyiverin. Bunca ziyaretten nasıl olurda sözsüz ayrılırsınız. Yorumlarınız sesime cevap olacak. Aklınıza ne geliyorsa yazın. Konuyla alakalı alakasız. Ben okuduğunuzda ne düşündüğünüzü hissetmek istiyorum.

Yazımı sevgili yeğenim Eren’in bana söylediği güzel temenniyle kapatayım “kendinize kaliteli davranın canlarım"...