31 Mayıs 2012 Perşembe

ZOR İKİ GÜN...

zor iki gün. korkuyorum. birşeyler kesin yolunda gitmeyecek. panikten uyku tutmuyor. acaba şu iki günü takvimden çıkarabilirmiyim.
cuma ve cumartesi günü yoğun bir faaliyetle geçecek ve ben tüm bunları planlamaktan yoruldum.
cuma sabahı kalkmalı saat 8 de okulda olmalıyım. çünkü nöbetçiyim.
1. saat dersim var ikinci saat boşum ve arkadaşıma söz verdiğim bir salon aynasının yapımında yardım edicem. dahası yapacağım.
saat yaklaşık 10 falan olacak ki iki teneffüs nöbet tutacağım. sonra bayan arkadaşlarla öğle yemeğinde bir şeyler yapıp birlikte yemek yemek için anneme yapmasını rica ettiğim biber dolmasını birinin (?) yardımıyla okula getirmeliyim. 
saat sonra 2 derse daha girip öğlen paydosunda yemek yemeliyiz. (burası günün güzel ve sakin anları)
sonra 1 saat daha derse girmeliyim. öğrencilerin çalışmalarını değerlendirmeliyim. 
saat 3 de küçük kızımın kreşten alınacağını eşime hatırlatmalıyım (normalde 5 te alınıyor o nedenle hatırlatmalıyım)
benim ve kızımın kıyafetlerini alarak kuaföre gitmeliyim. 
eşimde saat 4 gibi küçük kızımıda kuaföre getirmeli.
5 de kuaförden çıkmalıyız.
fotoğrafçıya gidip hazır böyle süslenmişken bir aile fotoğrafı ve kızımın bir kepli fotoğrafını çektirmeliyim( 5. sınıftan mezun oluyor:)
saat 6 gibi annemi almalı ve partiye gitmeliyiz
cumartesi günü:
sabah kalkıp hep beraber kahvaltı yaptıktan sonra büyük kızımın saat 10 da ki voleybol maçına göndermeliyim. ki ben gideiyorum çünkü bu sefer küçük kızımın sene sonu gösterisi var.
saat 12 gibi küçük kızımı kuaföre götürmeliyim.
büyük kızımda yetişirse ki onun maça nasıl gidip gelceği meçhul şu anda onuda alıp kızımın gösterisine gideceğiz.

ya bu biraz kısa sürdü iyi bari hafif atlatacağız

amaaa aylar önce kararverip okulun kapadokya gezisine büyük kızımla beraber gitmek için parayı yatırıp hazırlanıp tüm bu planların öynı güne denk geldiğini düşünürsek...
zor iki gün:)



28 Mayıs 2012 Pazartesi

SIZIM-ISSIZIM




Sanki kabuk bağlamış
Ama bir türlü geçmeyen
Ve beklide sırtımın tam ortasında
Uzun zamandır hiç dokunamadığım
Fark etmediğim
Var ama şimdi iyice inandığım
Sızım
Issızım
Aşkım
Sandı mı geçecek
Sandım geçecek
Bak nasılda yekpare hayat benimle
Sanırım ondandı
Geçen gün yağmur yağdığında
Sızladı
İçim
Sızım
Issızım

.ayşe.

 

26 Mayıs 2012 Cumartesi

TÜM GENÇLERE -(en çokta öğrencilerime:)


Gençsin daha bedenin bile yeni algılamaya başladı yaşadığın dünyayı. Ruhun hala hazır değil aslında. Merak ve heyecan kasıp kavururken seni sen izlemelisin tüm olan biteni çevrende. Köreltmeden içindeki heyecanı. Hayatın tadı ayrıntılarda gizlidir. İyi bakmalı ve iyi görmelisin gerçek ne. Gerçek sana diretilen mi yoksa senin anladığın mı? Gel gitlerle geçecek çoğu zamanın hatta bazen kendinden bile şüphe edeceksin. Ben neyim ve ne istiyorum. Sevdiğimi gerçekten seviyor muyum? Yoksa bu bana dikte mi edildi diye.
Daha kaç gün oldu anacığının koynundan çıkalı. Pembe topukların yere basalı kaç gün oldu. Onlar nasırlaştıkça öğreneceksin her şeyi. Söylesene kaç katmer oldu topukların. Kaşların düştü mü gözlerinin üstüne.
Sen daha taze bir filiz gibisin. Eğilip bükülürsün ama korkma evladım. Kırmaya gücü yetmez kimsenin. Her seferinde dimdik kalırsın. Gücünü körpeliğinden alacaksın. Sertleştikçe insan çabuk bükülmüyor ama çok sert esince rüzgâr bir anda kırılıveriyorsun.
Kimin ne dediğinin bir önemi yok, kimin ne düşündüğünü bilmelisin. Bunun önemi de şundandır. Dost mu düşman mı diye de değil. Sadece alanıma ne kadar girebilir diye. Yani sen istemediğin sürece kimse sana zarar veremez. İnsan zararı en savunmasız ve iki gözü kapalıyken görür. Kimseye iki gözünü kapamamalısın. Tabi bu insanlara güvenmeyeceğin anlamına gelmez. Dostlarından çok şey beklemezsen çok güvenmende sorun yaratmaz. Aradığın güç ve kuvvet sadece senin içinde. Kimsede senin yaralarını saracak merhem yok. Sen kendini kendinden yaratacaksın her seferinde.
Dostların yarendir hayatında. Yoldaştır bu hayat denen yolculukta. Yol kenarındaki çiçeklerdir. Gördüğün bu manzaraya renk katarlar sadece ama asla hayatın ta kendisi değildir. Onlara gerektiği kadar özen gösterecek ve önem vereceksin. Her şeyde olduğu gibi asla gerektiğinden fazla ciddiye almamalısın. Senin birinci sorumluluğun kendinsin. Önce kendini iyi tutmalısın. Tutmalısın ki çevrene bir faydan olsun. Kısık bir ateş çevresini ne ısıtır ne de ışıtır.
Şiddeti gördüğünde çevrende çok korkma. İnsanlık dışı diye adlandırılan her şey bir insan icadıdır. Bunu yaratan sebepleri belirlemek gücünün yettiğinde ortadan kaldırmak gerekir. Hiç kimse ilkokula başladığı gün ömrünün geri kalanını mahkûm geçirmeyi hayal etmemiştir ya da daha çirkin yerlerde. Her çocuk güzel ideallerle başlar yola. Yoluna taş koyan sebepleri ortadan kaldırmak gerekir.
Dinlemeyi bilmesin, tabi kendini fazla kaptırmadan. Empati kurarken unutmamalısın ki. Bu kaderleri yazan ilahi bir güç var. Asla fazla sorgulama. Her olayın bir sebebi vardır. Senin yapabileceğin en iyi şey yanlışa düşmemek için temkinli olmak. Bazı insanlar dolaşık ip gibidir. Çözmek mümkün olmaz bazen. Senin görevinde değildir zaten. Kendini fazla yoracağın durumlara sokma. Su akar yolunu bulur acele etme.
Kendini hayatın neresine koyarsan o olursun. Kendi kaderini kendin belirlersin hayat denen pazarda. Değerin nedir bunu iyi belirle. Sen yafta istemesen de insanların birinci görevidir tanıştıkları insanları yaftalamak. Bu nedenle ilk izlenimleri hep iyi tut. Düşman edinmek sanıldığından daha çok enerji gerektirir insana. Dostluklar da öyle ama en azından başını yastığa koyduğunda daha huzurlu olursun.
Ve asıl en önemli ders Allah’la bağlantını asla koparma o sana gerektiği zaman gerektiği kadar gücü verecektir. Ona kimseye yakın olmadığın kadar yakın olmalısın. Seni herkesten daha iyi tanıyan odur. Doğruyu ve yanlışı sana o daha doğru öğretir. Eğer bir işi yaparken hırsız misali heyecan basıyorsa içini, iyi değildir yaptığın. Yaptığından memnun değilken bile yüzünde bir tebessüm varsa iyi bir iş yapıyorsun demektir. Bu da Allahın insanlara verdiği vicdandır.
Sonra;
Ellerini iyice açmalı kollarını iyice kaldırmalısın. Ve hissetmelisin rüzgârı parmaklarının arasından geçen. Ve demelisin “Ey hayat bekliyorum tüm sürprizlerini işte şimdi hazırım. Ve güçlüyüm. Yaz senaryonu alabildiğince”. Ağlamakta lazım bazen gülmekte. Bu değil midir hayat. 

A.OKUL


.

25 Mayıs 2012 Cuma

SİGARA SEVGİLİ GİBİ...


Sigarada sevgili gibi Tutkulu 
ve
Vazgeçilmez
Öldürür İnsanı

En iyi ihtimalle
Süründürür

a.okul
 

24 Mayıs 2012 Perşembe

RESSAMLARIN TRAJİK HİKAYELERİ- Salvador Dali


Salvador Dali

Salvador Dali… İnsanların onun resminin karşısına geçip uzun uzun bakıp içinde bir sırrı keşfetmek arzusuyla baktıkları gerçek üstü resimleri… Gerçekten onlara bakıp geçemezsiniz. Sanki önünüzde çok önemli bir gizem varmışta sizin çözmenizi beklermiş gibi bir cüretle durur karşınızda. Herkes bir şey görür mutlak ama anlatılan gerçek midir gerçeğimi görmüştür yahut gerçek nedir işin asıl kimse bilmez bilemez. Resimlerin analizlerinden bahsetmek istemiyorum. Bizzat sanatçının kendisinden bahsetmek istiyorum.
Salvador Dali- jeopolitik çocuk adamın doğumunu izliyor
Sıra dışı işler yapan insanların nasıl bir hâletiruhiyede olduğunu hep merak etmişimdir. Özellikle Dali’ den bahsederken kim olduğunu anlatmam çok zor olmaz. Hani şu gözlerini çılgınca açmış komik bıyıklı adam dediğimde hemen anlaşılır. Mesela Picasso için yamuk yumuk kadınlar çizen adam. Frida Kahlo için bıyıklı kadın gibi belirgin ve garip durumları vardır. Eserleri de en az kendileri gibi sıra dışıdır. Sanatı bir kenara koyalım kısa bir netten araştırınca aslında bilim adamlarının da sıra dışı oldukları ortadadır. Böylesine enteresan işler yapan nasıl bir beyin olabilir diyor insan kendi kendine…
frida Kahlo-otoportre




Bu gün kısaca Dali ’den bahsetmek istiyorum. Salvador Dali. Çook uzun yıllar önce yaşamış biri değil 1904- 1989 yılları arasında yaşamış gerçek adı tıpkı diğer sanatçılar gibi oldukça uzun olan Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí y Domènech, kısaca Salvador Dali. Daha kısası Dali.
Van Gogh- otoportre (kulağını kesmesiyle ünlüdür)

Her bir sanatçının biraz Türk filmlerini anımsatan hikâyeleri var. İşin aslı ülkeler topraklar kültürler değişse de değişmeyen duygular olduğu sürece dünyanın bir ucunda da olsa ortak şeyler yaşanabiliyor. Van Gogh’u intihara sürükleyen yalnızlığı ve kimine göre de yanlış kadınlara âşık olması. Hamile bir kadına âşık olmuş, ailesinin karşı çıkması sonucu ayrılmak zorunda kalmış. Hayatı boyunca hep yalnız yaşamış.
Leonardo da Vinci ise evlilik dışı bir çocuktur. Babası zengin bir adammış ama annesi asil olmadığı için evlenmemiş ve Leonardo’yu nüfusuna almamış. Vinci soy ismi doğduğu kasabanın ismidir. Davranışın bize yabancı olmadığı aşikârdır. Yani bizdeki ‘ayrı dünyaların insanıyız’ muhabbeti.
Her neyse Dali’nin de tıpkı bu duruma benzer bir hikâyesi var. Hani bizde de olur bir çocuk doğar birkaç yaşındayken öldüğünde nüfustan düşürülmez arkasından doğan çocuk aynı cinsiyetse ölen kardeşin kimliğini kullanır. Dali’ de 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı: 'Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu. Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu.'  Çok sıradan gibi görünse de durum aslında tam bir trajedi. Yorumdaki cümleler Salvador Dali’ ye ait. Tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümek. Korkunç bir psikoloji olsa gerek. Hayatınız boyunca hiçbir zaman gerçekten sevilmediğinizi

düşündürür insana. Her tavır ve tepkiye ‘acaba’ diyerek yaklaşır insan. Böyle bir psikolojiyle Dali abartılı davranışları teatral hareketleriyle hep ilgi çekmeye çalışmış. Aslında bir nevi çığlık gibi. "Ben buradayım burada bir yerlerde. Ölen Salvador’un gölgesinde” der gibi.
Tüm bunlardan sonra kalkıp “sanatçılar niçin böyle bir tuhaf oluyor” demezler mi?.
Aslında düşünüyorum da kişi sanatçı mı doğuyor yoksa onu sanatçı yapan çevresi mi?.
Dali kadar olmasa da bunu bazen bende hissediyorum. Kendime sanatçı demek terbiyesizlik olur ama sanatçı ruhu taşıdığımı hissediyorum çoğu zaman. Kendimden yola çıkarak anlatacak olursam duygu denen ivmenin son noktasında geziniyoruz sanırım. Orta diye bir şey yoktur. Acıysa en derinden aşksa en tepeden, hiçbir duygunun ortası yok. ( Picasso’nun her çocuk sanatçıdır aslında sözünden yola çıkarak) Mevcut olan sanatçı potansiyelinin üstüne çocukluktaki trajediler eklenince bu duygular şekilleniyor, büyüyor, gelişiyor, geliştikçe jack ve fasulye sırığı hikâyesi gibi abardıkça abarıyor kabarıyor sonra ortaya Dali çıkıyor Picasso çıkıyor Kahlo çıkıyor.
Sözün özü çocuklarda mevcut yaratıcılıkların üstüne biraz sıyrık aile, dengesiz bir çevre, biraz ölümler, biraz trajediler yahut bunlardan herhangi biri eklendi mi ortaya bir sanatçı çıkıveriyor.
Hareketli olan ve zamanlama gerektiren öğelerse kediler, su ve Dali’nin kendisidir. Halsman sayar, 3’de asistanlar kedileri ve suyu fırlatır, Dali sıçrar ve Halsman deklanşöre basar. Mükemmel kareyi yakalamak için zamanlama çok önemlidir ancak biraz şansa da ihtiyaç olduğu açıktır. Asistanlar stüdyoyu temizleyip, kedileri kontrol altına almaya çalışırken Halsman karanlık odada sonucu kontrol eder ve yeniden denemek için döner. Doğru zamanlama ve kusursuz fotoğraf için defalarca aynı şeyler tekrarlanır. Halsman kitabında Dali Atomicus’u çekebilmek için 6 saat boyunca çalıştıklarını, 28 fırlatış gerçekleştirdiklerini anlatır ve kedilerin zarar görmediğini de ekler.
Life dergisi bu muhteşem fotoğrafa derhal iki sayfa yer ayırır. Ve tüm zamanların en ünlü, en çok basılan, en çok kopyalanan, hakkında en çok yazılan fotoğrafı haline gelir. Fotoğraf kendi başına fotografik değerler açısından başarılı ve dikkat çekici olduğu kadar, aykırı bir sanatçının aykırı bir sanatsal ifadesi olarak da değer taşımaktadır. Dali’nin kendisi ve çalışmalarının bu fotoğrafa konu olması fotoğrafa bir kat daha anlam ve başarı katar.


 a. okul