DİKKAT! fazlasıyla eleştiri ve sübjektif bakış
açısı içermektedir.
Aslına bakarsanız çoğu insanın yorum yaparken
yaptığı gibi, yani bunu ilk ben bulmadım. Ama pek dokunulmayan sağından
solundan geçilen sürünün biraz dışında aslında herkesin bildiği şeylerden
bahsedeceğim.
Bu yazıyı yazma isteğim yaklaşık 6-7 sene
öncesine dayanıyor. Ve her tecrübem ve fikirlerim eklenerek büyüyor. Ve bugün
yazmak istedim. Öğretmenler günü sezonuna denk gelmesini istemedim.
Meslektaşlarım tarafından yanlış anlaşılmak istemedim.
Ben öğretmenim. Bu yıl 23. Yılıma başlıyorum.
Anlayacağınız bu fikirleri edinmek için oldukça uzun bir zamanım oldu. Sadece
öğretmenleri değil aynı zamanda velilerimi, öğrencilerimi, amirlerimi,
siyasileri dahası toplumu bol bol gözlemleme imkânım oldu.
Herkes eğitimin içinde, çocuğu okula giden
gitmeyen herkes. Bu öyle uzay mühendisliği falan gibi o ney ki denilen bir şey değil.
Herkesin bir yorumu var yani. Eğitimin içinde olan öğretmenden, dışında olan
herkesin. Çocuğundan yaşlısına. İlk cümle ‘eğitim şart’ İkinci cümle ‘eğitim
bitti’. Öğretmenleri eleştiren anne babalar sezdirmeden bizi eleştirirler
“çocukların öğretmene saygısı kalmadı” falan. Yani sanatçı burada diyor ki 😊)) : siz yeteneksiz beceriksiz insanlarısınız
öğrenciye kendinizi saydırmıyorsunuz. Veya sen kimsin ki öğrenci sana saygı
duysun. Mesajı gönderiyor alttan alttan.
Önce buna cevap vereyim. Pardon da onu sen
yetiştirdin. Çocuğun sana saygı duyuyor mu? Seni seviyor mu? sana değir veriyor
mu? “Babam eşşek gibi çalışıyor üç kuruş kazanmak için ben de adam oluyum
dersime çalışayım” diyor mu. Yahut mesela bakkala ekmeğe gönderebiliyor musun?
Sabah kalkıp bir gün sana kahvaltı hazırladı mı? Evdeki sıkıntıları bilip ona
göre mi davranıyor yoksa arsızca “ben mi istedim dünyaya gelmeyi bakacaksınız”
mı diyor. Yemek masasında o mu sana servis yapıyor, sen mi ona yapıyorsun.
Sonrada dönüp bu çocuğun benim ağzıma bakıp ne dersem yapmasını mı bekliyorsun.
Sen her şeyi doğru yapıyorsun biz öğretmenler her şeyi yanlış mı yapıyoruz.
Buna mukabil o çocuklara yine de öğretiyoruz sorumluluklarını almayı, büyüğü
küçüğü, merhameti, vatanı milleti, ahlakı. Size anlatamadıkları onca şeyi öğretmenlerine
anlatıp çözüm buluyoruz. Sizler yeri geliyor okula 1 liram geçmesin diye aidat
ödemezken çoğu okulda öğrencilere destek olmak için fon paraları toplanıyor. Ve
çoğu öğretmen bunu isteyerek ve hevesle yapıyor. Hep eleştiriyorsunuz. Ha bende
eleştiriyorum. Birazdan kendi meslektaşlarımı da eleştireceğim ama herkes kendi
payına düştüğü kadarını alsın. Ortada bir suç varsa bunu yaratan sebeplerin
sahipleri de vardır.
Gelelim öğretmenlere. Yani bize. Hani şu okula
gelirken Allah canımı alsın der gibi gelenlere, öğrencilere ömür törpüsü gibi
bakanlara, ocağın üstünde yemeği kalmışta bir an önce bitse de gitsek gibi
saate bakanlara, çevresine çoluğuna çocuğuna sakın öğretmen olmayın veryansını
edenlere, okula pazara gelir gibi giyinip gelenlere, kendini yenilemeyen bunu
da bir marifet gibi “aman ne gerek var hep aynı şey” diyenlere, işiyle ilgili
mezun olduğu yıl ki birikimiyle 20 yıl 30 yıl çalışanlara, ücretim kesilmiyor
diye hafta da bir sevk alanlara (bir zamanlar öğretmenlerin böyle bir hakkı
vardı. Haftada bir gün sevk alırsan ücretin kesilmiyordu. Her nöbet günü sevk
alan veya eve temizlikçi gelecek diye sevk alan biliyorum. Sonra baktılar ki
öğretmenler suiistimal ediyor aldılar bu hakkı. Ben hiç sevk almadım) görevden
kaçan ücret peşinde koşturanlara, ücret almadan parmağını kımıldatmayanlara, ..işini sevmeyenlere…
Evet 22 yıllık öğretmenim işimi çok seviyorum.
Ben şanslı bir insanım hem branşıma aşığım hem mesleğime. Her ikisi de benim
fıtratıma uygun bir iş. Hiçbir gün bundan şikâyet etmedim. Keşke şu olsaydım bu
olsaydım demedim. (ki çok daha iyi kariyer yapabileceğim fırsatlarım oldu. Bunu
yakın çevrem iyi bilir. Şimdi bunu buradan anlatmam uygun olmaz) aldığım ücretten
de oldukça memnunum. Memnunum derken öğretmenlik mesleğinin daha fazlasını hakkettiğini
ve ihtiyacı olduğu gerçeğini de belirtmem gerekir. Ama ben bu işi sadece para
için yapmıyorum. Seviyorum yani. Hem resim yapmayı hem de öğrencilerimi.
Hepsini çok seviyorum. Bunu öğrencilerim iyi bilir. Sevdiğimi hem gösteririm
hem söylerim. Onlarla çok eğlenirim. Onların yanında olmak bana huzur verir.
Çoğu insana kıyasla daha samimi daha içten ve daha dürüstler. Bahsedilen o
saygıya gelince hani böyle ağzını doldura doldura konuşanlar var ya “hocam
çocuk öğretmenden korkacak” … “niye canım. Niye korkacak?”. Ha korkacak tabi
sevgisini ve ilgisini kaybetmekten korkacak. Yoksa ben öcü müyüm? Benden korkan
birinin yanına oturup resim çizmesini izlerken nasıl rahat olacak çocuk. Nasıl
üretecek. Benim bilgimin dışında bir şey keşfettiğinde bunun bir saçmalık mı
yoksa bir keşif mi olduğunu nasıl bilecek. Korkmasın arkadaş. Ben, benden
korkan öğrenci istemiyorum. Beni kırmaktan korkan öğrenci olsun. Desin ki hocam
üzülür desin. Onu hayal kırıklığına uğratmayayım desin. Çünkü…çünkü bende
insanım unutmayın. Benim de duygularım var. Okul bir nazi kampı değil bağırıp
çağırıp gezelim. Biz bir aileyiz orda. Ve inanın böyle olunca saygı da
duyuyorlar. Benim 22 yılda hiç öyle bir problemim olmadı. Hayatımda bir defa
öğrencimi disipline verdim o da yalan söylemede ısrar ettiği içindi. Hiçbir öğrencime
kin tutmam. Çünkü şunu hiç unutmam onlar küçük onlar benim dengim değil. Ben
akranıma yahut dengime tavır alırım. Benim öğrencime tavır alma gibi bir lüksüm
olamaz. Onlar bize eğitim için gelen çocuklar. Hepsi temiz olsun hepsi akıllı
olsun hepsi çalışkan olsun. O zaman bize ne gerek ki. Her şey mükemmel olursa her
öğrenci okula geldiğinde her şeyi biliyorsa benim etkim ne olacak. Mesela
nitelikli okullarda çalışan öğretmenleri, problemli okullarda çalışan
öğretmenlerden daha iyi görürler. Bilakis. Öğrenmeye hazır tüm belleği açık
hazır bulunurluğu mükemmel bir sınıfa ders anlatmaya ne var. Orda sınıf
otoritesine bile gerek yok. Öğrenci amaçlarını zaten biliyor. Oradaki
öğretmenin yapması gereken tek şey alanında iyi olma. Ama aksiyon diğer
okullarda. Bende orda dövüşe giderken hocası otur yerine dediğinde o öfkeli
çocuğu oturtabilen öğretmene hayranım. Her türlü olumsuz ortamlarda büyümüş ve
yaşayan öğrencinin kavga dövüş dedim mi başı çeken öğrencinin öğretmenini
gördüğünde başını eğmesine hayranım. Öğretmenlik düşündüğünüz kadar sığ ve
geyik muhabbetlerinde gevşek gevşek konuşulacak bir konu değildir.
Maalesef içimizde “öğretmenliğin saygınlığını bitirdiler”
diye gezip, sıkıldıkça rapor patlatan, vatan millet deyip dersinde oturup
telefonuyla oyun oynayan, ücret için kurs açıp film izleten öğretmenlerin
saygınlığını bitirdiler. Oh iyi ki de bitirdiler.
Ama, benim saygınlığımı kimse vermedi kimse de
bitiremez. Ben ücretine oranla çalışan biri hiç olmadım. Mesleğim peygamberlik
mesleği. Görevim bu benim. Ben sadece çalıştığım kurumun öğretmeni değilim. Ben
benden bir şey öğrenmek isteyen herkesin, ben Türkiye cumhuriyetinin
öğretmeniyim. Hiçbir öğrencimle veya velimle böyle bir sorun yaşamadım. Olduysa
da şu anda aklıma bile gelmeyecek kadar küçük mevzulardır.
24 Kasım geliyor lütfen kimse öğretmenliğin
saygınlığının bittiğinden dem vurmasın. Biz hala saygınız. Bu ülkede en güvenilir
insan sıralamasında birinciyiz. Bizler bozulan aile yapısı ve sistemin içinde
kendini korumaya direnen kendince yine sırf eğitmek için yeni yöntem ve teknikler
geliştiren saygın insanlarız. Bu saygınlığı biz “bana bir harf öğretmenin kırk
yıl kölesi olurum “diyen Hz. Ali den, “ben
ancak bir öğretmen olarak gönderildim” diyen Hz. Muhammed (sav) ‘den, “Dünyanın her tarafında
öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır” diyen
Mustafa kemal Atatürk ten aldık. Müsterih olun işini aşkla yapan kendini
geliştiren, yenileyen, özverili, cebindeki parayı öğrencisiyle paylaşan,
anlamadıkları bir konu olduğunda bunu nasıl öğretirim telaşına düşen çalışkan
çok öğretmen tanıyorum.
Eğitimin sorunları üzerine kafa yoran, eğitimci olmayanlara İtalyan heykeltıraş
ve ressam Michelangelo’ nun bir anekdotuyla cevap vermek istiyorum. (Michelangelo,
İtalya Vatikan da bulunan Sistine şapheli’nin muazzam fresklerini yapan, sanat
tarihinin ilk beşinde yer alan bir sanatçıdır. Eserlerini internetten bulup
inceleyebilirsiniz. Kendisi
heykeltıraş olan sanatçı ilk defa burada fresk yapmıştır ve gerçekten kendisine
hayran bırakacak bir muhteşemlikte bir eser çıkarmıştır ortaya). Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet
eden yeni Papa IV. Paul, tablodaki
imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu
biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya
söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce
kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da
bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.”
Eğitim dolu bir yaşam
diliyorum. Esen kalın