28 Eylül 2012 Cuma

keşke!

keşke herşeyi olduğu gibi söyleyebilsek. yazdıklarımızı okumadan düzeltmeden içimizden geldiği gibi anlatım bozukluklarıyla paylaşabilsek. olmuyor ama olmuyor işte. heyy dursana nereye gidiyorsun yanlış yoldasın. hatta sen tümden yanlışsın. nasıl diyeyim. kime göre demezmi neye göre.. ee tabi bana göre. ama ben bana göreyi size anlatırken siz olduğunuzu söylemediğimde pek ala size görede oluyor. ama ben söylediklerimi size bizzat bize söylediğimde söylediklerim pekte size göre olmuyor hemen değişiyorsunuz. ya millette ne çocuklar var annelerine yalan söylüyorlar alacak listesine istediklerini ekleyecek kadar zekiler anneleride bunu yiyor çocukta arkısnadn söyleyip gülüyor dediğimde, evet ya şimdiki çocuklar varya... diyor. ama desemki bu bizzat senin çocuğun. olmuyor işte hıyar eğiri bitiyor. söylenmiyorki arkadaş. ne söyleniyorki. herşey süslü püslü dimi duymak istediklerinin istikametinde...

böyle birşey işte aslında klasik dialoglarla geçiyor ömrümüz "ayyy harikasın... inanmıyorum:))))))



20 Eylül 2012 Perşembe

ŞİDDET-MERHAMET

bu gün çocuğuna biri vurduğu zaman "sende ona vursaydın" diyerek şiddeti öğreten anne ve babalar geleceğin huzur evlerini dolduracaklar. 

şiddete maruz kalanlar da o anne ve babalar. çocukları tarafından cinayete kurban gidenler de. 

merhamet çocukken öğrenilir. 
çocuğunuza merhamet etmeyi öğretmediyseniz; 
o, size de merhamet etmeyecektir.

a.okul




17 Eylül 2012 Pazartesi

KİM BİLİR


Unuttuğun bir günün ortasında bulur seni yalnızlık
Ne sen farkındasındır yaşadığının
Ne de kimse
Birkaç zayıf bellekte küçük bir dosyasındır henüz adı bile konmamış
Kimsenin uğramadığı
Ve yaşadığını kimsenin bilmediği
Kim bilir beklide kimsenin önemsemediği
Bir çukurda bulursun kendini
Tüm manevi varlığının hayatını doldurması için dua ediyorsundur
Kim bilir
Olacağı vardır belki


Belki bir gün anımsarım seni
Yalnızken unutulmuş bir günün ortasında çekip çıkarırım seni
Boğulduğun bu çukurdan
Üzerinden bir dolu maneviyat akarken
Kim bilir
Olacağı vardır belki

a.okul

 

12 Eylül 2012 Çarşamba

GARİP BİR DIŞAVURUM...


Geldim burdayım dedim ama aslında şu son 1 aylık süreçte onca şey olduki hangi birinden bahsedeyim bilemiyorum. Garip bir sürecin içindeyim.
Tatilim bahsettiğim gibi harikaydı. Yani benim için öyleydi. Hani anlat dediğinde uzun uzun anlatılacak değil ama gözlerimi kapattığımda uzun uzun izlediğim onca görüntü var ki…
En güzeli dalışlarımdı. Yüzmeyi kendi kendime öğrendim bu nedenle denize açılmam ve dalmam birkaç yılımı aldı. (yıl derken yılda 15 günlük tatillerimi kastediyorum) denizin üstünden çok içi beni daha çok heyecanlandırıyor. Daha yüzmeyi bilmezken bile gözlüklerimi takıp saatlerce içini izlediğimi biliyorum. Mersin bol balık çeşitlerini görmem için çok ideal bir yer. Deniz salyangozları deniz yıldızları vatoz yavruları ve adını bilmediğim balık çeşitleri hele hele o tertemiz deniz kumuna güneşin yansımalarını seyretmek fevkalada bir duygu. Bu sene paletlerle daldım. Paletler sayesinde daha derine daha hızlı inebiliyorsun bu çok güzel. O çıkarken deniz dibinden yüzeye bakmak işte bu görülmesi gereken bir manzara. Anlatamam. Denizden yüzünü dışarı çıkarma anı; sanki bir dünyadan başka bir dünyaya geçiş gibi.  (Aslına bakarsanız sigaraya bırakmaktaki ısrarlarımdan biride buydu. Deniz içinde daha uzun kalmak için ciğerlerimin temizlenmesi gerekiyorduJ )




Kızlarım ve eşimle epey açıldık kızımın kıyıdan topladığı deniz kabukları tatmin etmeyince derinlerdeki içi böcekli deniz kabuklarından dalıp dalıp çıkardım. Bunu ilk yapmak istediğimde canımı sıkan böceğin içinden çıkıp elime gelmesi ve midemi bulandırmasıydı. Onu hallettim. Palet poşetini büyük kızıma verdim ve her daldığımda çıkardığım 2-3 tane kabuğu hemen içine atıyordum. Yaşayıp yaşamadığından emin olmadığım (sonradan anladım ki canlıymış…) deniz yıldızı da aldım bir tane. Eve getirdik ve epey onları izledik. Bir gün dışarda bıraktık ve ertesi gün balkonu korkunç bir koku sarmıştı. Bir şekilde sivasa getirdik. Ve onları bir kapta 5 dk kaynattıktan sonra burnumdan nefes almadan tek tek kürdanla çıkardım.
Allahım bu nasıl bir koku. Yok böyle bir şey ne kokmuş et ne lağım… bu bambaşka bir koku. Ama başladığım işi yarım bırakmamak için hepsini temizledim.
Şimdi kızlarıma kutu yapıp  üstlerine yapıştırmam için bekilyorlar.
Sonra evimize gelip buranın rutin hayatına ayak uydurmaya çalıştım. Her yıl olduğu gibistresli bir eylül ayı içinde bulunurken küçük kızımın 1. Sınıfa başlaması iyi bir enerji oldu. O bambaşka bir durum. Elbette işin hem duygusal hem psikolojik hemde siyasi bir ayağı var. Tüm bunlardan soyutalayıp anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Yok 60 aylıktı yok küçüktü büyüktü derken kafamız allak bullak oldu.
Merak ediyorum gerçekten  aynı sınıfta 60 ayıklarla 85 aylıkların olduğu bir ortamda 60 aylıklara ne kadar şans veriyorsunuz. Ha bu demek değil büyükler harika küçükler kötü. Ama aynı davranışı ve bilgiyi farklı yaş gruplarına veriyorsun bunun sonrasıda var 12 yıl sonra girecekleri bir sınav olacak bu ara kapanacakmı gerçekten.
Ben kızımı 84 aylık gönderiyorum. Sankisuç işlemişim gibi bakışları hissediyorum bazen. Bu sistemde benim nasıl bir sorunum olabilir. Mağdur olan benim çocuğum değil ki. Yaşının büyük olmasının çocuğunu küçük gönderelenlere sakıncası var bize değil. Bir yıl geç gidiyor diye nasıl bir tehlikeyle karşı karşıyayım merak ediyorum. Emeklilik yılı değil yaşı olan bu ülkede işe ister 18 inde ister 35 inde gir sonuçta herkes 68 inde emekli oluyor. İş hayatı çok mu eğlenceli. Çocuğunuzun bir an önce meslek sahibi olasına niçin ihtiyaç duyuyorsunuz.
Kızım dünya güzeli kızım doya doya yaşının güzellikleri yaşıyor hele bu sene sokakta arkadaşları var gününün 5 – 6 saati onlara oynamakla geçiyor. Bu durumdan çok memnunum. Çünkü bende öyle bir çocukluk geçirim. Ben 7 yaşında başladım okula ve ilk okul bitene kadar sokaktan  eve girmedim. Harika yıllardı. Şimdi ki gibi deneme sınavı falan yoktu. Yok öğretmenlerin birbiriyle ego savaşları. Ben bunu öğrettim ben şunu yaptım. Yoktu öyle bir şey normal öğretmenlerden normal eğitim aldık. Çünkü biz normal çocuklardık. Şimdi herkes çocuğunu prens chars yahut prenses zannederek büyütüyor. Hepsi asil ve hepsi süper zeka. Aa benim oğlum drama dersi alıyor yok ingilizce eğitim alıyor. Ee ne oluyor sonunda hepsini unutuyor. Okulda sosyal dışarda anti sosyal akranlarına hırçın davranan narsist çocuklar yetişiyor.
Benim çocuğum normal bir çocuk. Ben normal bir çocuk gibi bol bol oynamasını eğlenmesini kendi kendine öğrenmesini hayatını tanımasını sevmesini merak etmesini araştırmasını öğrenmesini istiyorum. İlk okulda ingilizce eğitim almasının bir anlamı yok. İyi bir kursa giderek yahut 3 aylık bir yurdışı gezisinde öğrenebileceği birşeyi 7 yaşında dayatmak istemiyorum.  Herkes kendi çocuğundan sorumlu bende benimkinden. Kibarca bu bizim kararımız demek istiyorum.
Evet herneyse böyle bir tecrübe yaşıyoruz işte. Belki tüm bunların üstüne karabasan gibi oturan şeylerde yaşıyorum. Beni üzen insanlarda var çevremde. Düşünmemek ve hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Kıymet vermemek ve durup benim için yapabileceklerini görmek istiyorum. Ama şunuda biliyorum. İnsanların hayatında tutunacakları birileri olur. İyiki var dediğimiz. Herşeye rağmen sizin için değer dediğimiz. Ne bileyim işte… yusufum sen iyiki varsın. Beni hiç hayalkırıklığına uğratmadın. Hiç yarı yolda bırakmadın. Bana hep destek oldur ve güvendin. Kararlarıma saygı duydun. İşime hiç karışmadın. Ve ben hep sana layık bir eş olmaya çalıştım. Kızlarım sizler iyiki varsınız. Biliyorum hatta eminim varlığınız ve böylesine güzel bir aile olmamızın diyeti bu kara bulutlar. Ama yinede diyorum ki varsın ne kadar siyah olursa olsun siz hep bu küçük çatının altında yanımda olun. Sizleri çok seviyorum. 


4 Eylül 2012 Salı

KAFA AVCILARI - Hodejegerne


Puanı    8.4/10
Yapım:2011 - Norveç,
Tür: Aksiyon,  Gerilim,  Suç,
Süre:102 dakika
Yönetmen:Morten Tyldum,
Oyuncular:Aksel Hennie, Nikolaj Coster-waldau, Julie Ølgaard, Synnøve Macody Lund, Daniel Bratterud, Eivind Sander, Gunnar Skramstad Johnsen, Mats Mogeland, Joachim Rafaelsen, Kyrre Haugen Sydness, Reidar Sørensen,
Görüntü Y.:John Andreas Andersen,
Senaryo:Jo Nesbø, Lars Gudmestad, Ulf Ryberg,
Yapımcı: Anni Faurbye Fernandez, Marianne Gray, Lone Korslund,

Filmin Özeti
Norveç'in en başarılı beyin avcısı olan Roger kendi olanaklarının ötesinde lüks bir hayat yaşamaktadır ve bunu devam ettirebilmek için ikinci bir iş olarak sanat eseri hırsızlığı yapmaktadır. Bir galeri açılışında tanıştığı eski bir paralı asker olan Clas'ın nadide bulunan, değerli bir tabloya sahip olduğunu öğrendiğinde tabloyu ele geçirmek için herşeyini riske eder. Hazırladığı müthiş bir planla birlikte tabloya sahip olan yetenekli adam, peşine düşen deneyimli askerden kaçıp saklanmaya çalışacaktır.

Bu gün sizlerle (bu gün izledim - biraz geç olmuş ama neyse izlemeyenler için) Norveç yapımı bu filmi paylaşmak istiyorum. son zamanlarda aksiyon filmi izlemek istiyordum birazda ne olacağını tahmin edemeyeceğim film... evet bu anlamda film memnun etti beni. Avrupa filmlerine biraz önyargılı olmamla birlikte bu film beğendiğim nadir filmler arasına girdi. Sanat eseri kaçakçılığı hoşuma gitti ama konunun örgüsü öylesine iyiydi ki bir süre sonra dikkatimi asıl konuya çekmeyi başardı. Ayrıca filmde bazı diyaloglar çok iyiydi. Ders verir nitelikte ki özellikle filmdeki son cümle çok can alıcıydı. Herkese tavsiye ederim. 


3 Eylül 2012 Pazartesi

geldim... burdayım...

küçük kızımın ayakları:)))
geldim. buradayım. hani bu cümleleri kurmak hatta kendimden duymak acı gelse de... geldim. gelmek hiç istemedim. küçük bir salon ve bir odası olan kocaman iki balkonlu o mütevazi yerden hiç ayrılmak istemedim. kimseyi tanımadığım kimsenin beni tanımadığı giydiğimin yediğimin gezdiğimin harcadığımın dediğimin düşündüğümün aldığımın sattığımın yaptığımın ettiğimin... (uzar  bu liste)... kimseyi ilgilendirmediği varlığımı bana unutturan bir ortamda yaşamanın tadından hiç ayrılmak istemedim. tatilin en sevdiğim tarafı acıkınca yemek, uykun gelince uyumak, canın istediğinde denize gitmek ... biyolojik saate göre yaşamak haberleri dinlememek gazete okumamak bunlar çok güzel bir fırsattı kendimi fark etmek için. 

insan yaşam ve sorumluluklar içinde öylesine dalıyor ki sisteme kendi varlığının farkına varmıyorsun. bu tatiller benim kendimden sıyrılıp kendime dışarıdan bakmamı sağlayan zamanlar oldular. evet bu tatilde benim için büyük değişimlere gebe kaldığım bir süreç oldu. değişimin meyvelerini ne zaman alırım bilmiyorum ama kendimi beynimi yenileyip geldim. 

sizlerle daha sık görüşüp daha çok şey paylaşmak istiyorum. 
yeni yayın dönemimiz hepimize hayırlı uğurlu olsun:)))))