30 Haziran 2012 Cumartesi

ADİLİĞİN BİR BİRİMİ VAR MI?

 
sorunlar ve yaşanılan problemler sonrasında insanın kendi kabuğuna çekilip, yaşananlardan bir ders çıkarmasını beklemek aslında onun bir an önce insanların ne kadar adi olabildiğine inanması istemekle aynı şey. mağdur incindiğinde köşesine çekilir ve gerekli ölçme ve değerlendirmeyi yapmaya çalışır zavallı beyniyle. oysa söylesenize bir sınırı varmı adiliğin, adiliğin bir birimi varmı? yüzdesini alabilmem için vereceğiniz bir rakamı varmı?yaşadıkça öğreniyorum ve her tanıdığım insan benim sınırlarımı zorluyor. ve anlıyorumki insanlar artık adilikte sınır tanımıyor. köşene çekilip problemleri çözmeye gelince öyle bir şey de yok, senden beklenen tek şey bu çirkefe bir an önce alışman. verilen sürede adaptasyon süresi o kadar. 



28 Haziran 2012 Perşembe

NEDEN PİCASSO? VE RESİMLERİNDEKİ SIR...

rafael-van gogh- rembrant- picasso- matisse- wermerr

Pablo Picasso. Resim sanatı içerisinde büyük bir yeri olan aynı zamanda bir muamma durumuna haiz bir sanatçı. Arkadaşlarla, yeni tanışılan insanlarla yahut öğrencilerimle yapılan resim sanatına dair ilk sohbetlerde ilk cümle( bu cümleyi niçin kurduğumu söyleyeyim; çünkü az bir bilgi birikimi olan kişilerle Picasso pek tartışılmaz) ilk taşlama zavallı (ki zavallılığı sadece bu suçlamalardan dolayıdır aksi halde oldukça mesut yaşamış bir zattır) Pablo Picasso için “ o saçma sapan resimleri kim yapıyordu ya. O resimleri bende yaparım. Kim veriyor onlara o kadar parayı” suçlamaları…

Bu gün Picasso’dan bahsederek çoğunun kafasında oluşan ve hep bana sorulan sorulara ve soru işaretlerine cevap vermeye çalışacağım.

Bunlar neler mi?
-          “kadınları eğir büğrü çiziyor ona sanat eseri diyorlar. Nasıl oluyor”
-          Niye bu kadar çok beğeniliyor
-          Kim o resimlere o kadar para veriyor
-          “ hocam bu resimlerde ne anlatmış acaba”
-         

Aklınızda benim aklıma gelmeyen başka bir soru varsa sorabilirsiniz.

Evet, geçelim soruların cevaplarına:

Picasso ulu önderimiz Atatürk’le aynı yılda doğmuş İspanyol bir ressam. İspanyol olduğunu nasıl hatırladığımı da söyleyeyim birçok resimde boğa resmi çizmesinden.

Picasso’nun yeteneğiyle ilgili bilmemiz gereken ilk şey onun 15 yaşında iken bir rafael gibi rembrant gibi resim çizebilme yeteneğine sahip olmasıdır. İşte asıl soruda buradadır. Kafası çalışan her insan şunu sormalı “böylesine yetenekli ve gerçekçi resimler yapabiliyorsa niçin 15 yaşında ünlenmedi.” Kim biliyor Picasso’nun o resimlerini. Görseniz tanımazsınız. Benzetemezsiniz yani. Ben bazen öğrencilerime gösteriyorum Picasso’nun ünlü horoz resmi ile kilisede dua eden kız tablosunu bana bu resimleri yapanın aynı kişi olamayacağını yahut dua eden kızı yapının daha iyi bir ressam olacağını söylüyorlar. Bu durumu anlatmak için daha

PİCASSO- HOROZ RESMİ- KİLİSEDE DUA EDEN KIZ
güncel bir örnek vereyim. Müslüm gürsesi herkes tanır ve o kadar çok taklitleri çıkmıştır ki hatta bir defasında sesi oldukça çok benzeyen Hakan Taşıyan’ın bir çay bahçesinde şarkısı çalar Müslüm Gürses “ yav ben bu şarkısı ne zaman okudum” diyecek kadar kendisine benzetir. Nitekim Hakan Taşıyan diye biri yok artık. Yani bir Müslüm Gürses varken ikincisinin bir anlamı yok. Ve yine yani.. Bir Leonardo da vinci varken rafello varken ikincisinin olmasının bir anlamı yok. Ayrıca Picasso 1900 lü  yıllarda yaşarken 1500 lü yılların sanatını yapabiliyor olmasının da bir enteresanlığı yok yani.

PİCASSO- AVİNGNONLU KADINLAR
Evet, tarih 1906 ise ve Avrupa’nın içinde bulunduğu sanat akımı empresyonistten yeni çıkmış matisse sayesinde fovist çıkışlarla kendine bir yol bulmaya çalışırken… işte burası gayet anlaşılır… Picasso ve Henry Matisse’i Paris’ te yaşayan, varlıklı bir aileden gelen Leo Stein tanıştırmıştır. Leo ailesinin diğer üyeleri gibi sanat düşkünü bir kişiliktir. Hatta kız kardeşi Gertrude Stein, Amerikan Edebiyatının birkaç baş eserinin yazarıdır. Paris’ten ve italya’dan evler almışlar varlıklarıyla Avrupa’yı doyasıya yaşamışlardır. Hatta bir bilgi daha Picasso,  Matisse ve Cezanne ye o kadar çok yatırım yapmış ve ünlendirmiştir ki bir süre sonra kendi parası yetmez onların tablolarını satın almaya.  leo son yıllarında elindeki bazı eserleri satmak zorunda kalmışsa da elinden çıkarmadığı Picasso tablosu hala evinde durmaktadır. Her neyse Picasso Henry Matisse’le tanışmış ve eserlerini gördükten sonra kendi yaptığı ki o dönemlerde bir arayış içindedir, çalışmalarını beğenmez kısaca kıskanmış kudurmuştur. Evet, Picasso hakkında okuduğum birçok yazıdan sonra bunu söyleyebilirim. Picasso oldukça kıskanç ve bencil bir insandır. Aslında tüm sanatçılarda vardır bu duygu ama Picasso bunu fazlasıyla yaşayan bir sanatçıdır. Niçin mi? Matisse’ in Yaşama Sevinci isimli tablosunu görmesiyle kendini evinin 
bodrumuna kapatarak 6 ay boyunca hiç çıkmadan 600 resim yapması ve kendi akımını yaratması. Evet, Picasso’nun önderi olduğu kübizm böyle ortaya çıkmıştır. Elbette bulduğu şeyin ne olduğunu bilmiyordu ama farklı sıra dışı Matisse ile boy ölçüşebilecek özgünlükte bir eser olduğunun farkındaydı. Bu resim Avingnonlu Kadınlar adlı tablosuydu. Arayış içindeki Avrupa sanatı için iyi bir yoldu ve kendisiyle birlikte birçok sanatçıya da ilham verdi.  Resimdeki kadınlar anatomisi bozulmuş bakışları düz ve anlamsız, mekansız, perspektifsiz ve bakış açısız bir resimdi. 
Bunu yapmak oldukça zor. Size bir kompozisyon hazırlasam karşınıza birkaç model, bir meyve tabağı hazırlasam ve desem ki “ bunu öyle bir çizin ki kadın oldukları anlaşılsın ama kadına benzemesin, meyvenin meyve olduğu anlaşılsın ama meyveye benzemesin, mekan olmasın perspektif olmasın” gibi kurallar koysam nasıl bir resim çıkarabilirsiniz. İşte buradan Vincet Van Gogh un resmine geçiş yapacağım; o da Ayçiçekleri tablosunda sadece sarı ve tonlarını kullanarak kontrastı yaratmıştı. Çoğu ressam bunu yapmak için sarının yanına mor yahut mavi tonlarını kullanırdı. İşte biraz böyle bir şey sanatçı olmak. Size oyun hamuru verip bundan çekiç yap demek gibi bir şey. 



MATİSSE- YAŞAMA SEVİNCİ
Resimde sanatsal ögeler vardır; kompozisyon, denge, ritim, valör vb. bunlar doğru kullanıldığında resim dengeli olur. Resim yapmaya yeni başlamış birisi risk almaz ve bu ögeleri dengeli klasikleşmiş sistemle kullanır. Bu nedenle o ressamların resimleri sadece camcılarda 50 tl ye satılır. İşte resimde olmamışı yapmak maharettir. Evet, bu gün Picasso’nun resimlerini yapmak oldukça kolay hatta zevklidir. Hatta ben öğrencilerime başlangıç olarak Picasso resimleri yaptırırım bir sanat eserini kopyalayabilmiş olmaktan zevk alırlar ama aslında çok kolay resimlerdir. Zor olması da çok önemli değildir eseri Sanat Eseri yapan şey kolaylığı zorluğu da değildir. Püf noktası özgün farklı ve kabul edilir olmasıdır.

Ressam hafızam iyidir. Sanırım 100 e yakın sanatçı tanıyorum. Ama bu demek değildir ki en iyi 100 ressam  bunlardır başka yok. Adı hiç tarihe geçmemiş çok iyi resim yapan ressamlarda vardır. Hatta ve hatta “ ya bizim mahallede bir amca vardı şöyle resim yapardı” veya “ trt 2 de ki Bob Rose ne güzel resim yapıyor o çok iyi bir sanatçı değil mi” bile diyebilirsiniz. Ama bu onları sanatçı yapmadı yapamaz da. Çünkü trt 2 de ki bob rosa seri üretime geçmiş işçi edasında hiç yeni fikirler denemeyen aynı şeyleri tekrarlayan bir ressamdan başka bir şey değil. ( Resim Yapana Ressam Denir. Yaptığı Eser Eserlikten Çıkmış Ve Sanat Eseri Kavramını Almışsa O Zaman Ressamı Sanatçı Olur)
VAN GOGH- AYÇİÇEKLERİ

Benim Amerika ya gitmemiş olmam onun varlığını yok yapmıyor. Gittiğimde de orayı ben keşfetmiş olmuyorum.  Yapılmış bir şeyi yapmak orijinallik değil yani.

Çok beğenilmesine gelince, beğenmek kavramı farklı bir şey. Ben Picasso’yu beğeniyorum onun eserinin evimde olmasını isterim ama bu onun resimlerini dayanılmaz güzel yapmıyor. Tarihte bir akım yaratmış radikal anlatımları olan sıra dışı bir resim olduğu için beğeniyorum. Zaten sanat tarihi bilgisi olmayan birinin beğenmesi de oldukça yapmacık olacaktır. Biraz uzatıyorum belki ama bunu açmak istiyorum.

Wermerr 1300 lü yıllarda yaşamış bir ressam öldükten 300 yıl sonra resimleri ünlenmiş. Resimleri insanda heyecan uyandıracak türden değil. Hani şu inci küpeli kız tablosu olan. Adamı doğru düzgün tanıyanda yok zaten. Biyografisi yazılırken zorlanılan bir ressam. Onun resmini de isterim duvarımda çünkü beyni dönemin zevkinden 300 yıl ileride olan bir kişinin resmini izlemek bana keyif verir. Resim tek başına anlam taşımaz ressamıyla dönemiyle ve bazen konusuyla heyecanlandırır insanı.

O resimlere o kadar para verenlere gelince… işte burası oldukça enteresandır. Yaşadığımız çağda herşeyin bir fiyatı vardır. Çok zenginlerin paraları bankada borsada yatar onlarda faizini yiye yiye yaşarlar. Ama elbette bunu takip eden borsacıları vardır. Yok parayı şuna yatır yok buna yatır diyen onun mal varlığını korumaya çalışan paralı muhafızları. Ama öyle bir şey söyleyin ki fiyatı hiç düşmesin ve her el değiştirdiğinde fiyatı artsın, hatta geliş fiyatı falan olmasın tutturduğuna satabildiğin bir objen olduğunu düşün… Picasso’nun tablosunun  104,160,000 dolara (208 milyar eski parayla trilyon)satın alındığını biliyorsunuz (diyorum çünkü daha evvel ‘sanat eserlerinin rekor fiyatları’ baylığı altında yazımda bahsetmiştim)

Düşünsenize hiç değer kaybetmiyor bu kadar paraya kaç ton altın alırsınız. Nereye koyacaksınız hem bide altın fiyatlarını takip etmek zorunda kalacaksınız. Hem küçük hem saklaması kolay hem hiç değer kaybetmiyor. İşte bu yüzden çook çok zenginler yatırımlarını sanat eserlerine yapıyorlar…

Resimlerde ne anlatmış… Picasso’nun bir sözüyle açıklamak isterim.

“Herkes sanatı anlamak istiyor. Neden kuşların ötüşünü anlamak istemiyorlar?  İnsanlar anlamaya çalışmadan geceyi, çiçekleri sevebiliyorlar. Ama sıra resme gelince ille de anlamaları gerekiyor. Resimleri açıklamaya çalışanlar yanlış yoldalar. Resimlerimden birine bakan bir seyirciden nasıl olur da benim yaşadığım şeyleri yaşamasını bekleyebilirsiniz?” fazla söze ne hacet…



Sanat sohbetlerimiz hiç eksik olmasın…



a.okul








26 Haziran 2012 Salı

biraz daha benden...

başına geçtiğimde klavyenin içimde sıkışmış ama iyi bir başlık bulamamış cümleler geliyor. şimdi hissettiğim aynen böyle bir durum. son zamanlarda beni fazlasıyla memnun edecek blog ziyaretlerimi cevapsız bırakmak istemiyorum. ziyaretler için çok teşekkürler. işin aslı kendimden ve yaşadıklarımdan çok gecenin bi yarısı o güzel yastığıma sarıldığımda aklıma gelen bir kaç sanatçı yahut eserlerleri hakkında afilli bir subjektif yorumlar yazmak gelsede bu zıkkım diyeceğim kusura bakmayın klavyenin başına geçtiğimde tıpkı tövbeye oturmuş insanı rahatsız eden şeytan misali "şimdi değil daha sonra yazarsın. daha geniş bir zamanda" hilesiyle erteleniyor.
hayatımda enteresan şeyler oluyormu bilmiyorum. aslında hayatın kendisinin enterasan olduğunu düşünüyorum. o nedenle ona daha fazla anlamlar yüklemekte istemiyorum.
normal şartlarda yoğun bir eğitim öğretim yılı sonunda tüm olumlu ama olumsuzlarında varlığı nedeniyle format atma gereğinden bolbol tembellik yapıyorum. 
unutmak istiyorum mesela tüm yıl tembel tembel oturan öğrencilerimi, sene sonu geldiğinde "ya ne yapsamda şunu geçirsem" kaygılarımı...sevdiğim ve beni hayalkırıklığına uğratan öğrencilerimi (ki bunları cidden unutmak istiyorum çünkü beni gerçekten çok kırıyor.) onları affetmiş olmanın bende yaratmasını umduğum sukunetle yıl içinde yapılan bol resimlere, amacına ulaşamayan projelere, beni heyecanlandıran yetenekli ve meraklı bir kaç öğrecime, gelecek sene için " hocammm ne olur gelecek senede kurs açın "diyen bir kaç sevimli öğrencilerime... (ya bu cümle nasıl bitecekti anlayamadım... neyse)
unutmak lazım ama gelecek sene için de yeni planlar yapmalıyım. bu sene kendim için bir şeyler yapmak istiyorum. her ne kadar geçtiğimiz senede aynı şeyi söylesemde hep yapmak isteyipte bitiremediğim 50 yağlıboya tablodan bir türlü benim tabloma sıra gelmeyen venüs resmime gelecek sene devam etmeli ve bitirmeliyim... 
bu yeni haber : ales hazırlıkları içine girmeyi düşünüyorum. dediğim gibi sadece düşünüyorum. bana ilham veren sevgili gougen e (40 yaşında bankacılığı bırakıp ressam olmasından dolayı) teşekkür ediyorum. ee olabilir dimi bir 40 daha yaşayacağımı varsayarsak ki yaşayamazsam da çok mühim değil, yeni bir başlangıç için iyi bir yaş dönümü diye düşünüyorum. 40 ıma az kaldı. korkmuyorum. blakis kendimi çok iyi hissediyorum. neyse bu yaş meselesini doğum günümde konuşuruz. görüşmek üzere sevgilerimle....
a.okul

 

19 Haziran 2012 Salı

KIRMIZIYA ŞÜKÜRLER OLSUN

 
gecenin bi yarısı düşünüyorum
ya allah rengi yaratmasaydı
...
ben ne yapardım

...milyonlarca sebepten sonra 
bir tanede daha...

Allah'ım
renkleri yarattığın için
gün batımlarını mora yakın,
sabah güneşini turuncu tonlarında,
ayak basmamış tarlaları rengarenk çiçeklerle donattığın,
suya ses verip sonra renk kattığın için,
yıldızları renkten öte ışıl ışıl yarattığın için,

hepsi için hepsi için
ama en çokta kırmızı için sana şükürler olsun...


A.OKUL



18 Haziran 2012 Pazartesi

ŞEYMA- VİLDAN- FURKAN


nasıl ki bazı öğretmenlerimizi hayatımız boyunca hiç unutmayız. kimini hasretle, minnetle... kimini öfkeyle malesef... aslında bir farkı da yok, öğretmenlikte öyle bir durum. bazı öğrencilerimi ben de özlüyorum . varlığından haberdar olamadığım. ne yaptığını bilemediğim öyle çok sevdiğim öğrencim var ki. hep öğrenci öğretmen ilişkisinden bahsedilirken öğretmenimiz şöyleydi böyleydi gibi anlatırız. ya ben? ya biz? biz sevmiyor muyuz. yani bu işi kimse bana silah zoruyla yaptırmıyor. belki doğruda değil bu kadar sevmem ama seviyorum işte:)
bu gün üç tane dünya tatlısı öğrencimle ilk defa bir kafe de buluşup sohbet ettim. hoşuma gitmedi desem yalan olur. bende çok keyif aldım. onlar benimle vakit geçirmekten sohbet etmekten dolayı çok memnun görünüyorlardı. bense onların o ışıl ışıl bakışlarıyla enerjileriyle dolup taşıyordum.
bir kaç poz fotoğraf çekindik gönderirlerse yükleyeceğim. ama göndermezlerse de bahsetmek istiyorum onlardan.

vildan- şeymanın elinde renklenmiş
vildan: kocaman bir dünyası olan, dünyasını keşfeden bir gezgin edasında, bakan soran gözemleyen harika bir kız. 3 yıldır üniversite sınavına kronik bir şekilde girmesinin tek sebebi istediğini yapamaması, istenileni yapmak istememesinden kaynaklanıyor. biliyorum ve eminimki kendi için bir şeyler yapmak için karar aldığı gün harika şeyler yapacak. ve onu belkide burdan değil çok daha farklı bir yoldan tanıyor olabilirsiniz. çok güzel yazıları var. hangi mesleği seçer yahut ne eğitimi alır bilemem ama bence 10- 15 yıl sonra çok müthiş şeyler yazıyor alacak. onu yürekten destekliyorum...


şeyma
şeyma! namı değir pirano ti: makyaj uzmanı kocaman gözlü kocaman yürekli dünya tatlısı bir kız. sanki her gün masallar ülkesindeki pamuk yatağından dünyaya geliyor, akşamları yine o pembe mavi dünyasına dönen volümü düşük hareketleri ağır çekim sanki biraz dikkatli baksak ardındaki ışık haresini göreceğiz:) ve bence geleceği sürprizlerle dolu. çok güzel çizimleri var. kendisi gibi çok narin derin uçuş uçuş... aynı zamanda iyi bir sahne makyaj ustası. bu doğru bir tanımmı oldu bilmiyorum ama bildiğimiz makyajlardan değil yani... ama ben ona bunun yeteceğini sanmıyorum. o üretmeli katmalı büyümeli...


furkan
veee furkan: böyle havalı göründüğüne bakmayın 9. sınıfa geldiği ilk günleri anımsıyorum. dahası hiç unutmuyorum. ona baktığımda bu büyümüş sakallı çocuğu görmüyorum. o hala duvar kenarında oturan düzgün traşlı kaçamak bakışlı çekingen uzun cümleler kurmayan ( ki hala öyle) çalışkan çocuk. yakın olduğum öğerncilerimle ilgili hayaller kurarken hiç şurda memur yok mühendis doktor gibi mevkiler aklıma gelmiyor. kimbilir belkide biraz kendimden birşeyler bulduğum için daha yakın oluyorum onlara. furkan yüksek enerjili bir çocuk kendisine hitap eden ortamı bulmadığı için böylesine suskun olduğunu düşünüyorum. sanki biriktiriyor herşeyi okuduklarını gördüklerini yaşadıklarını bir gün hepsi bombardımana tutacak herşeyi. gönlümden geçen içmimar olmasını istiyorum.


allah haklarında  hayırlısını versin hepsi için. herşey gönüllerince olsun gönülleri yürekleri temiz çocuklarım. varlığınızla cesaretleniyorum. iyiki varsınız. çoğuna rağmen...


( pironi ti eğer çektiğin resimleri gönderirsen ekleyeceğim:)


a.okul



6 Haziran 2012 Çarşamba

kim var orda... beni kim okuyor...

ne kadar enteresan değilmi. gecenin bir yarısı oturmuşum birşeyler yazıyorum. kimin okuduğunu okuyup okumadığını veya okuyup anlayıp anlamadığını ne anladığını bilmediğim, kimbilir nerde dünyanın hangi ucunda neden niye burda bilmediğim yahut tamamen tek başına olduğum kimsenin beni okumadığı resimlerine bakar gibi hikaye kitaplarının baktığı ki ailem dediğim onca insandan kimsenin bu bloga girmediği ne yazdığımı merak etmediği, ve yine yahut okuyup gayet cıvıkca ne demek istemiş deyip göremediği.... küçücük bir çığlıktır yazmak. 
kimse seni zorlamaz. kafana silahda dayanmamıştır parada vermiyorlar, uykumdan yatağımdan ayrı kalmama ne sebep olurki anlayan varmı. anlayabilen varmı. kim niçin paylaşmak ister ki. bu beni dürten şey ne ki. sanki bir kasaya sıkıştırılmış ruhum sızıntı yapar gibi. bu blogta sızanları bir bezle siler gibi. seviyorum desen beni kim anlar. varmı. yazı yazmayı resim yapmayı şiir okumayı yazmayı seviyorum. ruhumun içinden sürekli yayında bir freknas varda bende bir telgrfçı hızında hayata geçirmeye çalışıyorum sanki. uyandığım anda benden fışkıran birşeyler var. yemek verken sofraya değen gün ışığını saatlerce seyredip güzelliğine kitap yazabilirim. sonra dışarı çıktığımda bu günlerde beni sarhoş eden akasya leylak ve yeni kesilmiş cimlerden gelen ot kokusu evet bildiğiniz ot kokusu... beni bu dünyadan uzaktaştıran şeyler. yolda yürürken konuşmak istiyorum sanki karşımda biri varmışta gözleri görmeyen, ben ona gördüklerimi hissetttiklerimi anlatmalıymışım gibi hissediyorum. hani dersinizki sus içinde hisset. hayır bu cümleleri kulağımın duymasına ihtiyacım var. ben o zaman yaşadığımı farkediyorum. yazılmamış söylenmemiş duyguların varlığı nasıl kanıtlanır. 
yaşam öylesine inanılmazki doğa öylesine mucizelerle doluki beni kendine düzenine sistemine hayran bırakıyor. ben yaşamaktan öylesine büyük bir keyf alıyorumki.
geçen gün öğretmenler odasına girerkenşarkı söyledim. aslında bu hep yaptığım birşeydir. arkadaşların bana garip bakıp güldüklerini gördüm. bir şey farkettim. o odaya ağlayarak girseydim. yahut kızgın birine bağırarak küfrederek... daha normal karşılarlardı. ve daha çok maleme vardı egoları için. zavallı mutsuzluklarında mutlu bir insan görme tahammülsüzlüğü yaşıyorlar. milletçe mutlu insanı sevmiyoruz. ne kadar dram o kadar iyi. kocam dövüyor yok kaynananm şunu dedi falan gibi birşey söylesem daha normal gelir akşam evlerine gittiklerinde eşlerine ya ....hanımın sorunları var yazık kadıncağıza gibi (ki bu en iyi ihtimal olurdu ) cümeler sarfederlerdi. 
heyecan doluyum ben. onlar kendilerine bu mükemmel dünyayı zehir etmekle uğraşırken ben tadını çıkarıyorum. bana verilenlerle düzenimi kuruyorum. elimin altında bir klavye yazıyorum. şarkı söylüyorum dans ediyorum. bu dünyadaki herşeyi seviyorum. ve insan... sizleri yaratanın kusursuzluğundan dolayı seviyorum. onun büyük sevgisi ve merhametinden dolayı seviyorum. " eğer insanoğlunun her lanet yağdırdığını yok etseydik dünyada insan kalmazdı" yanlış olmasın böyle bir ayet okumuştum. işte bu nedenle herşeyi ve herkesi seviyorum ve bağışlıyorum herkesi herşeye rağmen kendilerine rağmen...


a. okul


4 Haziran 2012 Pazartesi

PARİS'TE GECE YARISI- HAYAT AĞACI


Bir film tutkunu olduğumu beni tanıyanlar iyi bilir. TV karşısındaysam büyük ihtimal film izliyorumdur. Yakın zamanda izlediğim birkaç filmden bahsetmek istiyorum.
Hayat Ağacı
 The Tree Of Life
Yapım:2011 - ABD,  İngiltere,
Tür:Dram
Süre:138 dakika
Yönetmen:Terrence Malick,
Oyuncular:Brad Pitt,
Sean Penn,

Jennifer Sipes,
Fiona Shaw,
Alexandria Deberry,
Dalip Singh,
Jessica Chastain
Filmin ismi bir başyapıt havasında, oyuncuları izlemeye cesaret verici yapım ABD iyi ama İngiltere şüphe götürür. Sonuç: görsel bir şölen bence. İyi sağlam bir dram. Yani filmin türüne başka bir şey söyleselerdi de bu çıksaydı elbette ki hayal kırıklığı gibi değerlendirilebilirdi. Ama türü dram diyor ve gerçek bir dram. Brad pitt ismini görünce heyecanlı bir film veya oyunculuk beklemeyin. Daha sakin daha durağan mimiklerin ön planda olduğu duyguyu ağır ağır uzun yaşatan, dakikalarca tek bir cümle duymadan izlediğim bir film. Tavsiye eder misiniz derseniz işin aslı bence sinema kültürü olan herkesin izlemesi gereken bir film. Yok Amerikan pastası filmlerinden dışarı çıkamamışsanız kesinlikle izlemeyin derim.



İkinci film ise Paris’te Gece Yarısı
Midnight in Paris
Yapım:2011 - ABD,  Fransa,  İspanya,
Tür:Dram,  Fantastik,  Komedi,  Romantik,
Süre:90 dakika
Yönetmen:Woody Allen,
Oyuncular:Adrien Brody, Rachel McAdams, Marion Cotillard, Owen Wilson, Michael Sheen, Kathy Bates, Elsa Pataky, Alison Pill, Kurt Fuller, Sonia Rolland, Mimi Kennedy, Carla Bruni, Yves Heck, Corey Heck, Nina Arianda, Tom Hiddleston, Lil Mirkk, Corey Stoll,
Görüntü Y.:Darius Khondji, Johanne Debas,
Senaryo:Woody Allen,
Yapımcı:Woody Allen, Letty Aronson, Stephen Tenenbaum, Jaume Roures

Paris’te Gece Yarısı beni oldukça heyecanlandıran ama tam bir doyuma ulaştırmadan bırakan bir film oldu. Paris’te gece yarısı. Fragmanlarını izlediğim filmin tr dublajını bekliyordum.  Beklediğime değdi de. Paris’le hayallerini süsleyen Edebiyat ve resme kısacası sanata ilgi duyan, herkes için tavsiye edebileceğim bir film.

3 Haziran 2012 Pazar

YABANCI



Dibi tutmuş sevdalarımızın
Gözümüze çoktan katarakt inmiş
Algılayamaz olmuşuz anlayacağın
Beş duyu organımız bile bize yalan söyler olmuş
Gözümüze sokmuşlarda ihaneti görememişiz
“Kime inansam...” demiş iç sesim
Çıt çıkmamış dağlarından yüreğimin
Hangi kapıyı çalsam yabancılar açmış
Tanımadığım adamları buldum dostum diye çaldığım yüreklerde
Başkalaşmış her şey
Ben galubelada kalmışım
Eskimiş ayaklarım yüzüm eskimiş
Aynaya bakmasam

Hâlbuki belleğim ışıl ışıl
Sanki daha dün gibiydi varlığı güzelliklerin
Boy seviyemde tek bir dalım kalmamış
Ayağımın altından yeri söküp almışlar
Vesselam hem kel kalmışım hem kör
Birazda yaban
Birazda
Başka yerli…

a.okul